İki dünya teorisi

Ne talihsizlik! Bu yazıyı en geç 30 Nisan Çarşamba gecesi yazıp yollamak zorundayım. Siz ise 2 Mayıs Cuma günü okuyacaksınız. Aradaki güne bakar mısınız: 1 Mayıs! Genel konularda yazsam, “ülkenin gündemine bak, adamın uğraştığı şeye bak” diyeceksiniz. Güncele değinsem, ofsaytta kalma olasılığı büyük.

Kaşarlanmış kalem erbabı da değiliz ki, gündeme çalım atıp zevahiri kurtaralım. Neyse, yazacağız bir şeyler…

* * *

Biz solcular iki farklı dünyada yaşıyoruz. Bir: kendi dünyamız iki: gerçek dünya. Aslında kendi dünyamız diye bir dünya yok onu biz kendi kafamızda yaratmışız. Gerçek dünyaya yaklaştığımızda (veya gerçek dünya bize değdiğinde) bunu çarpıcı bir biçimde fark ediyor, şok oluyoruz. Uzaklaştığımızda ise, daha da içe kapalı ve sınırları daha katı bir “kendi dünyamız” oluşuyor.

Kendi dünyamızda “siyaset” yapıyoruz, kitabi devrim stratejileri çiziyoruz. Birleşiyoruz, ayrılıyoruz, iktidar oluyoruz, iktidardan düşüyoruz, birbirimize saldırıyoruz, çatışıyoruz, kavga ediyoruz vs… Birbirimize revizyonist, oportünist diyoruz, sahte solcu, maceracı, dönek, ajan… diyoruz.

Kendi dünyamızda son derece önemli ve belirleyici olan bu davranışların çoğunun gerçek dünyada bir karşılığı yok.

Bırakalım politik örnekleri, gerçek dünyada, “asla yan yana gelinmez” dediğimiz bir “revizyonist”e âşık oluyoruz, okulda bir “sahte solcu”dan kopya alıyoruz, mahalle maçında gol attığımızda bir “dönek” ile kucaklaşıyoruz, otoriter babamıza karşı biri “oportünist” diğeri “maceracı” iki kardeş olarak birbirimizi kolluyoruz, vb…

Kendi dünyamızda otorite sahibiyiz, iktidarız, şefiz, burnumuzdan kıl aldırmayız, ama gerçek dünyada bize “oğlum, bir çay kap da getir” diyorlar “yine hangi cehennemdeydin” diye azarlıyorlar. Bu nedenle gerçek dünyaya girmeye gönülsüzüz.

Bizim dünyada yüksek mevki ve makam sahibi olan kimilerinin, o sanal dünya çöktüğünde nasıl sıradan birer insana dönüştüklerinin çok örneğini gördüm. Beyoğlu barları ve mahalle kahveleri sürüyle eski merkez komite üyesi ve proletarya önderi ile doludur. Bu nedenle kıskançlıkla koruyoruz kendi dünyamızı, sınırları daha kalın çiziyoruz, gerçek dünyadan çekiniyoruz.

Sistem bizi gerçek dünyadan itmeye çalışır. Kendi dünyamızla sınırlı kalmamızdan memnundur fazla karışmaz. O dünyayla sınırlı siyasetçilik oyunundan gocunmaz.

Sosyalist solun 12 Eylül’den sonra oluşmuş ve hâlâ aşılamamış (hatta bazıları için süreğenleşmiş) çok ciddi bir sorunudur bu.

* * *

Fakat gün gelir, Haziran Ayaklanması gibi bir olay gelişir, o zaman gerçek dünyayla çarpıcı bir biçimde buluşuruz.

Görürüz ki, gerçek dünya siyasetinin, bizim öznel dünyamızdakiyle ilişkisi bile yoktur. Orada sınırları, çerçeveleri, safları sınıf mücadelesinin yakıcı, nesnel gerekleri belirler.

O güne kadar bizimle pek muhabbeti olmayan emekçilerle, düne kadar ülkü ocaklarına takılan berber çırağıyla, kapıcının türbanlı kızı Zehra’yla, internet delisi “apolitik” üniversite öğrencisiyle, üst kattaki zibidi kız Burcu’yla, bahçede torun seven Ünal Abi’yle, her milli bayramda balkondan bayrak sallıyor diye dalga geçtiğimiz Suat Teyze’yle, futboldan başka bir şeyden anlamayan küfürbaz minibüs şoförüyle, köşe başındaki tinerci çocukla aynı barikatta kol kola, omuz omuza buluveririz kendimizi.

İşte gerçek dünya budur. Cesur yeni dünya…

Kalın bir hat çizilir. Sınıf mücadelesinin gerçek hattı. Gerçek ve olması gereken cephe. Dostu-düşmanı, kiminle birleşip kiminle birleşemeyeceğimizi o hat belirler, kitaplarda yazılanlar veya kendi dünyamızdaki öznel kurgularımız değil. Sınıf mücadelesi pratiği bütün kuramsal tartışmalarımızı İskender kılıcı yöntemiyle çözüverir. Aramızda yarattığımız çatışmalar anlamsızlaşır.

* * *

Birkaç farklı tutum gelişir. Bazıları gerçek dünya ile karşılaştıklarında sudan çıkmış balık gibi olur. İçin için kendi korunaklı, “mutlu” oldukları dünyalarına dönmek isterler. O şef oldukları, tartışılmaz otorite oldukları öznel dünyalarına, kendi tekkelerine… Yenilginin ve bu işleri bırakmanın ilanıdır bu aslında.

Bazıları gerçek dünyaya, o dünyanın gediklilerine benzeyerek girilebileceğini düşünürler. Liberalliğe, milliyetçiliğe, dinciliğe prim vererek yer edinebileceklerini sanırlar. Kimse aslı varken taklidini ciddiye almaz. Hüsrandır sonuç.

Bazıları kendi öznel dünyalarını -hiç sorgulamadan- gerçek dünyaya dayatmaya kalkarlar. En komik duruma düşenler de bunlardır. Polisle çelik çomak oynamayı devrimcilik sananlar mı dersin, özgücüne bakmayıp devrim liderliği hayali kuranlar mı…

Devrimciler ise, gerçek dünyayı kavramaya, oraya geri dönülmez biçimde girmenin politik kanallarını yaratmaya çalışırlar. O dünyaya, değiştirmek için girmeye uğraşırlar. Bu arada kendilerini de yenilerler.

İki sonuç var: 1) Teori ile pratik çeliştiğinde, pratik değiştirilemeyeceğine göre teori değiştirilir. 2) Maddeyi, değiştirmek için kavramalıyız tıpkı Marie Curie gibi…

Tüm soL okurlarının geçmiş 1 Mayıs’larını coşkuyla kutluyorum.