Fısır, fısır, fısır...

Fısır, fısır, fısır, fısır… Bir fısıltı korosu eşliğinde yürüyorum.

1991 yılının ilk günleri… 100 bine yakın madenciyle Zonguldak’tan Ankara’ya doğru yola çıkmışız. Açık hava, dağ bayır güzel de, bütün bir yürüyüş kolu daracık bir tünele girmişiz. Ucu gözükmüyor, neredeyse bir kilometrelik bir tünel, karanlık…

Nasıl da tedirginim. Burada biri “pat!” diye bağırsa bile büyük panik olur, millet birbirini ezer diye düşünüyorum. Ama bu benim hüsnü kuruntummuş.

Önüm arkam sağım solum madenci… Müthiş bir disiplinle, ama sanki Boğaz kıyısında turluyormuş gibi sakin sakin yürüyorlar. Fısır, fısır, fısır… Kulağımdan hiç çıkmayacak bir fısıltı korosu.

Tedirgin olan benim. Ayırdına varıyorum, madencinin hayatı zaten yerin yedi kat dibindeki böyle tünellerde geçiyor. Yaşamları bu. Hayran olmamak elde değil. İki kolumda iki madenci, sonunda çıkıyoruz tünelden. Derin bir oh çekiyorum.

Devrimci, bir şey daha öğrendi madenciden… Bir sınıf olmanın getirdiği disiplini ve bu disiplinin üzerinde yükselen “doğal cesareti”. Cesaret gösterisi değil, doğal cesaret… Birey cesareti değil, sınıf cesareti…

Emin olun, 100 bin madenciyle her yere yürürsünüz. Yerin yedi kat altına da, göğün yedi kat üstüne de… Çok cesur olmanız da gerekmez. Fısır fısır bir cesaret yeterli.

* * *

Madenciye borçluyum. Beni madenciler Marksist yaptı. Zorla Marx’ın, Lenin’in, Mao’nun kitaplarını mı okuttular? Yoo, o kitapları yıllar önce okuyup hatim eden benim. Madencinin o kitaplardan haberi bile yoktur. Ama beni madenciler Marksist yaptı.

Hani Marx demiştir ya “tek özgün buluşum, proletaryanın burjuva düzeninin yıkıcısı ve sömürüsüz bir toplumun yapıcısı olduğunu keşfetmemdir”… Marx, 1848 devrimlerinin arifesinde bunu görüp keşfetmiş ve Marksist olmuştur.

Bu apaçık bir gerçek değildir bir keşif gerektirir, pratiğin analizini gerektirir, bilim gerektirir.

Biz Marx’ın bu amentüsünü ilk gençliğimizden beri söyleyip dururduk. Proletarya da proletarya… Ama neyin nesidir bu proletarya? Üniversite forumlarında bir temizlik işçisini kürsüye çıkarır övgüler düzerdik adam şaşkın şaşkın bakardı bize…

Büyük Ankara yürüyüşü başlamadan bir ay boyunca Zonguldak’ta madencilerle birlikte yaşadım. Evlerinde kaldım, sofralarına misafir oldum, kıraathanelerine takıldım, Zonguldak’ı onlarla birlikte her gün turladım.

Sabah-akşam pişpirik oynayan, küp gibi içen, kaba saba adamlardı çoğu. Bu mu sosyalizmi kuracak olan proletarya diye düşünmedim değil…

Ama o adamların bir araya geldiklerinde, bir “sınıf” olduklarında, “proletarya” olduklarında neler yapabileceklerini, nasıl dönüştüklerini o büyük yürüyüş sırasında, o süreç içinde kavradım. Tek bir işçi, sıradanın da sıradanı bir adamdır. Ama o işçiler bir araya gelip de ayağa kalktıkları zaman, sınıf oldukları, proletarya oldukları zaman, başka bir şeye dönüşürler. Proletarya devrim yapar, sosyalizmi kurar. Bunu kavradım. İşte ancak o zaman laf ve kitap Marksisti değil, gerçek bir Marksist oldum.

Dolayısıyla madenciler benim ustamdır.

* * *

Soma’da herkes babasını kocasını, abisini kardeşini, yeğenini dayısını, analar yavrusunu yitirdi. Dayanılmaz, isyan ettirici bir acı…

Ben ise ustamı yitirdim… Usta yitimi, dayanılmaz ve hemen isyan ettirici bir acı değil. Fısır fısır bir acı… Örgütlü ve disiplinli bir acı… Tarih bilincinin acısı… Yüzyılların derinliklerinden gelen ve yüzyılların ötesine ulaşma potansiyeli taşıyan bir acı… Sadece insanın değil, insanlığın acısı…

Geliyoruz Tayyip… Kaçacak market bile bulamayacaksın.

Geliyoruz vahşi kapitalistler… Acımızla geliyoruz. Öfkemizi, kinimizi bileye bileye geliyoruz…

Yavaş yavaş tünelin sonuna geliyoruz. Kol kola, omuz omuza…

Fısır, fısır, fısır, fısır…