İki ülkenin benzerliği

Brezilya, Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi politikacıların yolsuzluk yapmasının doğal karşılandığı, yolsuzluğun, rüşvetin bir politik kültür olarak tanındığı bir ülke... 60’lı yılların başından 80’li yılların ortalarına kadar diktatörlüğün halkın üzerinde tepindiği ülkede, seçilen ilk başkanın öldürülmesiyle, Brezilya “demokrasisi” de ilk yolsuzlukla tanıştı.

Sonrasında yoksulluk ve yolsuzluk ülkenin iki değişmez unsuru oldu.

2000’li yıllarla birlikte, Lula kıtada “halkçı liderler” rüzgarını estiren liderlerden olmuştu. İşçi partisi (PT) iktidara geldiğinde bir koalisyondu. Solun ciddi birikimini arkasına aldı. Aydın ve işçi sınıfının oyları ve desteğiyle iktidara geldi. Şu anda Komünist Parti (PCdoB) ve Cut (sendikalar konfederasyonu) dışında emek güçleri tarafından desteklenmiyor. Hatta PT koalisyonu içinde yer alan yapıların kimi gövdeleri Haziran Direnişi sürecinde eylemlerde yer aldı. Lula’nın selefi Dilma Roussef ile birlikte ülke ve PT aslında teoride yaşanan belki de koltuktaki Lula sayesinde halk nezdinde pek de fark edilmeyen restorasyon açığa çıktı. Ülkede özelleştirmelerle birlikte Dünya Kupası ve Olimpiyatlar ile birlikte ülkenin özellikle uluslararası sermeyenin kıskacı altında bir takım “ulusal öncelikler” göz önüne alınarak sınırsız pazar haline geldiğine tanık oluyoruz. Örneğin geçen hafta savaş uçağı ihalesinde Boing şirketinin, ABD’nin ülkede casusluk yaptığı gerçeğiyle birlikte elimine edildiği belirtiliyor. Böylelikle İsveçli SAAB şirketi ihaleyi kazanmış oldu. Peki ülkedeki ABD üslerine ve askeri, ticari anlaşmalara ne oldu? Ya keşfedilen büyük yataklarıyla zengin olacak ülke neden petrolünü çıkaramıyor? Brezilya büyük özelleştirme dalgasıyla ve var olan piyasa gerçeğiyle bir ekol olmuş durumda.
Ülkede bitmek tükenmek bilmeyen yolsuzluk iddiaları, PT iktidarı süresince de devam etti. İlk olarak Dünya Kupası ve Olimpiyat Oyunlarının organizasyonu hakkının kazanılmasında önemli payı olan Komünist Partili Spor Bakanı rüşvet iddiasıyla görevden alındı. Şimdiyse İşçi partisi içinde büyük önem sahibi isimler bir bir deşifre oluyor. Başkan Dilma, iktidarı sonrasında kadro değişikliği gerçekleştirirken elini hiç sakınmıyor. Tabiri yerindeyse politik bir restorasyon sürecinde Lula’dan daha radikal davranarak, büyük isimleri görevden aldı... Parti içinde, önemli kadroların yolsuzluk iddialarıyla tutuklanmaları, hüküm giymeleri sürerken sıra Lula’ya da gelir mi bilinmez ancak her durumda şaşırmamak gerekir.

Ancak Brezilya’da Türkiye’deki gibi bir olağanüstü iktidar değişimi olacaksa bu yine halk eliyle, eylemlerde, siyasal ve ekonomik politikalara olan itaatsizlikle gerçekleşecek. Sokağa çıkan halkın hiçbir politikacıya güvenmediği ülkede yakın zamanda, özellikle Dünya Kupası sürecinde solun stratejisinin ne olacağı merak konusu… Solun meşruiyetini sorguladığı iktidara karşı kendi meşruiyetini yaygınlaştırmaktan başka çaresi yok.
İki ülke, Türkiye ve Brezilya, birbirine çok benziyor. İsyan, yolsuzluk ve beklenen sol irade…