Sen Ağlama, Dayanamam

Türk sağının en dikkat çekici özelliği, durmadan ağlıyor oluşudur. Üstelik “ağlamak” kelimesinin sözlükteki iki anlamı için de geçerlidir bu.

İlk anlamıyla söylersek, Türkiye’de sağcılar her fırsatta salya sümük göz yaşı dökerler. Ancak Necip Fazıl’ın “kafesli evlerde ağlar çocuklar” dizelerinden farklı olarak, bilhassa herkesin görebileceği yerlerde gözyaşlarına boğulmaya özen gösterirler. Öyle ki, son on yılda Tayyip-Emine Erdoğan’dan Arınç’a, Davutoğlu’ndan Gökçek’e, Gül’den Gülen’ine kadar hepsinin kaç defa karşımıza geçip hüngürdediğini saymak mümkün olamamıştır[i]. Bu duygu fırtınası AKP döneminde zirve yapmış olsa da; Menderes, Erbakan ve Özal’ın ağladığı anlar da sağ basında övgü ile söz edilegelmiştir[ii].

Ağlamak kelimesinin ikinci anlamı olan “sızlanmak, yakınmak” sözcükleri ise, aslında Türk sağı için bu fiilin gerçek karşılığıdır. Mütemadiyen ezilip hor görüldüğünü iddia etmeyen, ve bu mazlum edebiyatından arabeskçe bir haz almayan bir sağcılığın Türkiye’de hayat damarlarından biri kopmuş demektir. Zira sızlanmanın iki kıymetli işlevi vardır sağ siyaset için: pekiştirilen madunluk kültürü ile muhafazakâr safları sıklaştırmak, ve kendi uygulayacağı şiddete kılıf hazırlamak. Kısacası, sağcıların bir damla gözyaşı yoktur ki, popülist-otoriter girişimlerine haklılık kazandırmak için dökülmüş olmasın.

Her iki anlamıyla da Türk sağında vücut bulan bu ağlaklığın en ilginç niteliği ise, siyasi tahakküm pekiştikçe hıçkırıkların da gürleşmesidir. 19. Yüzyılda laiklik savunucusu bir Fransız cumhuriyetçi, “kilise ya baskı kurar, ya da baskıya uğruyorum diye sızlanır; ortası yoktur” derken sanki bizim İslamcıları tarif eder gibidir. Ancak bir farkla: bizim İslamcıların güzelliği, baskı kurarken de hüngürdeme katsayısını artıracak kadar içli oluşundadır. Örneğin Haziran ve 17 Aralık’tan sonra ülkeyi sıkıyönetime çeviren AKP’nin vekili Mehmet Metiner’in, geçenlerde canlı yayında göz yaşı dökmesi buna örnek olarak gösterilebilir. Metiner ağlarken “Gezi’ci çapulculara da, paralel çakallara da eyvallah etmedik” diyordu.

“Ne çektin be Türk sağı”

İşin tehlikeli boyutu ise, bugün bu acındırma siyasetinin etki alanının yalnızca AKP tabanıyla sınırlı olmayışı. AKP’ye soldan muhalif birçok kesim bile, “eskiden onlara yapılmış; şimdi onlar yapıyor işte” noktasına geriletiliyor. Bu gerileme ve güya “hakkını verme” bir kez gerçekleşti mi, AKP karşıtı mücadele sürekli bir özür dileme ve “onları da anlama” sarmalına sıkışır. “Tarihçiler aslında hep bugünü yazar” deyişi bu bağlamda son derece geçerlidir. AKP, kendisinin mağduru oynadığı melodram türünde bir Cumhuriyet tarihi yazarken, aslında geleceğimizi baskı altına almanın fermanını yazmaktadır. Dolayısıyla bugün AKP’nin tarih yazımına karşı durmayan her türlü sol mücadele, en cömert tabirle “diz çökerek isyan” etmeye mahkûmdur.

Tam da burada sormak gerekiyor: neyin mazlumluğudur bu sözü edilen? Cumhuriyet tarihinin İslamcılara kahır çektiren bir alacakaranlık kuşağı olduğunu iddia etmek gerçekten mümkün müdür? Bilakis, 1945 sonrası döneme[iii] kısa bir bakış bile, asıl hikâyenin İslamcılığın zulüm görmesi falan değil, sosyalizm heyulasına karşı durmadan semirtilmesi ve devletle iç içe geçirilmesinin tarihi olduğunu bize gösterir. Diğer bir deyişle Cumhuriyet’in son yetmiş yılı laikliğin değil; laikliğin toplumsal temellerinin bilinçli olarak yok edildiği tam boy bir gericileşmenin tarihidir.

Hatırlayalım:

1945-50: Türkiye Soğuk Savaş’ta ABD’nin yanında yerini alır. Toprak reformunun başarısızlığı ve antikomünizmin birinci refleks haline gelmesiyle CHP laiklikte geri vites yapar. 1947’deki genel kongre dönüm noktasıdır. Din dersleri seçmeli olarak tekrar müfredata girer. İmam hatip kursları, İlahiyat Fakültesi ve türbeler yeniden açılır. Seçimden bir yıl önce ilahiyatçı Şemsettin Günaltay başbakan yapılır (acaba sloganları “Şems için Şemsettin” miydi?)

1950’ler: Demokrat Parti başa gelir. İlk komünizmle mücadele derneği açılır. Ezan tekrar Arapçaya çevrilir, din derslerinin etki alanı genişler. İmam hatipler okul olarak açılırken, Halk Evleri ve Köy Enstitüleri kapatılır. Kuran kursu sayısı üçe katlanır; cami sayısı patlama yaşar. “Siz isterseniz şeriatı bile getirirsiniz” lafı ünlüdür Menderes’in. 54 ve 57 seçimlerinde cemaatlerle işbirliği yapılır. Diyanet açıktan sosyalizm karşıtı fetvalar verir; bütçesi ciddi biçimde artar. Devlet radyosunda düzenli olarak Kuran okunur; Cuma hutbeleri Demokrat Parti güzellemesi yapar.

1960’lar ve 70’ler: Sanılanın aksine 1960 darbesi gericileşmenin hızını kesmeye tenezzül etmez. Tersine, cami-türbe-din eğitimi başlıklarında devletin açılımları yoğunlaşır. 1965-71 arası Demirel’in Adalet Partisi bu girişimlere ağırlık verdiği gibi, cemaatlerle işbirliğini de sıkılaştırır. Aynı dönemde, kitlesel ve laik solun yükselişi ile birlikte devlet-İslam ilişkisinde yeni bir sayfa açılır. Komünizmle mücadele dernekleri ve “Türk-İslam sentezi” paydasında buluşan sağ, CIA destekli kontrgerilla faaliyetleri ile palazlanır. Demirel-Türkeş-Erbakan’ı buluşturan Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri sırasında sağ ortalığı kana bular ve adım adım darbenin yolunu hazırlar. Bu arada yalnızca MC döneminde 233 imam hatip okulu açılması da not edilmelidir.

1980’ler ve sonrası: 12 Eylül, solu etkisiz hale getirerek Türkiye’de piyasalaşma, otoriterleşme ve İslamlaşmanın kapılarını ardına kadar açar. Meşhur deyişle “şimdi gülme sırası sermayenindir”. Bir önceki dönemdeki sol kalkışma tekrarlanmasın diye topluma yepyeni bir din aşısı yapmak şart olmuştur. Evren, ayet ve hadisleri ağzından düşürmez. Zorunlu din dersleri anayasallaşır. 70’leri kana bulayan “Türk-İslam sentezi” resmi ideoloji olarak kabul edilir. TRT giderek dindarlaşır. Cami ve imam hatipler rönesans yaşar. Milli görüş kökenli Özal, tarikatçılığın ve piyasacılığın vücut bulduğu isim olarak yıldızlaşmakla kalmaz. Aynı zamanda SSCB’nin çöküşü ve Körfez Savaşı’ndan itibaren “Yeni Osmanlı” hülyalarının da mimarlarından olur. Cemaatler Ortadoğu sermayesinin desteğiyle devleşir. 90’larda Aksoy, Üçok, Mumcu gibi aydınlar katledilir. Sivas’ta daha da fazlası... Hepsi gericiliğin yanına kalır. Refah Partisi 94’te belediye, 95’te ülke yönetimine el atar. Daha devam etmeye gerek var mı?

Ağlamak ve Gülmek

Bu kısa hikaye gösteriyor ki, Türkiye’de İslam’ı silah edinegelmiş sağ siyasetin “gönül tellerini titretme” adına mağduriyetten söz etmesi en kibar tabirle arsızlıktır. Diğer bir deyişle AKP’lilerin göz yaşları, yine Necip Fazıl’ın bir oyununda Reis Bey adlı karakterin şu garip sözlerine benzer: “Ağlayın, çocuklar! ... Bir gözyaşı çetesi kurun, beni reis seçin; ve insanlara gözyaşını öğretinceye kadar delik deşik edin onları, bıçaklarınızla, kurşunlarınızla...” Zira işin gerçeği, sol korkusu ekseninde devlet ile İslamcıların yıllar boyu el ele verip şiddete yaslanmasıdır. Gençlik yıllarında başlayan bu elektriklenme AKP döneminde izdivaçla sonuçlanmıştır.

Doğrudur, her ilişkinin acı-tatlı günleri olduğu gibi, devlet ile İslami siyasetin de arasında iniş çıkışlar yaşanmıştır. İslam’ı araçsallaştıran siyaset, sermayenin çıkarlarına hizmet etmeyen maceracı yönlere savruldukça devletin “ince ayarlarına” maruz kalmıştır (27 Mayıs, 28 Şubat gibi). Ancak bu kavgalar bir ayrılığa yol açmadığı gibi, Menderes-Özal-Erdoğan hattında görüldüğü üzere, her seferinde dinin devletle daha sıkı bir şekilde kenetlenmesiyle tatlıya bağlanmıştır. AKP’nin yazdığı tarih, işte tam da ilişkinin tatsız günlerine odaklanarak kendini acındırma üzerine kurulduğu için iki yüzlüdür. Özellikle seçimler yaklaşırken yepyeni bir göz yaşı patlamasıyla karşı karşıya kalabiliriz.

Hikayenin ikinci ana fikri ise, solun ne olursa olsun ağlamayı değil gülmeyi seçmesinin önemidir. Haziran’da ölürken, gözü çıkarken, gaza boğulurken sol hiç olmadığı kadar mizahtan besleniyordu, ve gülüyordu. Çünkü biz ağlayıp zırlamayla değil, gülerek kazanılacak bir gelecek istiyoruz.

[i] Bir konuda bir deneme için: http://alkislarlayasiyorum.com/icerik/145038/11-geleneksel-akp-aglama-se...

[ii] Örneğin, bakınız http://www.haber7.com/yazarlar/d-ali-tasci/1256202-basbakan-menderes-nic... http://www.haber7.com/yazarlar/meryem-aybike-sinan/863734-turgut-ozal-su... http://www.izleneo.com/rahmetli-erbakan-hocamiz-canli-yayinda-halki-icin...

[iii] Laikliğin kuruluş döneminin tarih yazımını bir başka yazıda ayrıntılı olarak ele almayı planladığımdan, burada hikâyeyi 1945’ten başlatıyorum.