Strateji tartışmaları ve sosyal bilim

Yalnızca Türkiye’de değil, sol/sosyalist siyaset içerisinde ana tartışma gündemini ve ayrışma hatlarını belirleyen esas konu çoğunlukla “strateji tartışmaları” olmuştur. Yani kapitalizmi aşmak konusunda nasıl bir yol/yordam izlenmesi gerektiği eksenindeki tartışmalar sol siyaset ve mücadele içerisinde bazı istisnai dönemler dışında canlılığını ve hararetini her daim korumuştur. Reel sosyalizmin çözülüşü ve işçi hareketlerinin geri çekilişiyle sol siyasetin bir iç muhasebe ve “defans” noktasına çekildiği 1990 sonrasını bu istisnai dönemlerden sayabiliriz.

Bu dönemde Marksistlerin önemli bir kısmı strateji tartışmaktan çok kendi kimliğini yeni koşullarda baştan tarifleme çabasına girdi bir kısmı mesaisini postmodern ve liberal anlayışlarla polemiğe hasretti bir kısmı da dönemi toparlanma ve moral motivasyon kazanmaya harcadı. “Strateji” tartışılıyorsa bile bu daha çok klasik Marsksizmin eleştirisinin veya reddiyesinin daha ağırlıklı olduğu bir düzlemde yürütülüyordu. “Strateji” olarak önerilen şey, pek çok örnekte, somut bir siyasal mücadele programı değil klasik sınıf siyasetinin terk edilmesiydi.

1990’larda sosyalist siyaset bile böyle bir haldeyken siyasetten daha özerk ve mesafeli konumda olan akademiye güncel bir “siyasi strateji” tartışması taşımaya kalkmak muhtemelen abesle iştigal addedilirdi.

Bugün ise durum farklı… Son 5 yılda genel olarak anti-kapitalist veya özelde de “sosyalist strateji” tartışmalarının sadece örgütlü siyasal alanda değil akademide de kendisine alan yarattığını görüyoruz. Socialist Register dergisinin 2013 yılındaki sayısının tamamını “Strateji Sorunu”na adaması buna bir örnek.

Önceleri daha çok neoliberalizmin mekana saldırısını hangi saik ve mekanizmalar temelinde yürüttüğünü sergileyen Marksist kent çalışmaları literatürü ise son yıllarda kentlerin radikal bir toplumsal dönüşüm içerisindeki olası yerini masaya yatıran çalışmalar ortaya koyuyor. David Harvey’in geçtiğimiz yıl yazdığı Asi Şehirler isimli kitabının strateji tartışmasını çok daha merkeze yerleştiren bir kurguya sahip olması bunun bir göstergesi.

Ve son olarak South Atlantic Quarterly isimli akademik derginin bu ay içerisinde, çoğunluğu siyasi strateji odaklı yazılardan oluşan geniş içerikli “kemer sıkma ve başkaldırı” başlıklı bir sayı yaptığını belirtelim.

Bu “yeniden canlanış” bir tesadüf olmamalı. 2009 krizinin pek çok kapitalist ülkeyi siyasi ve ideolojik tıkanmışlığa sürüklemesi ve bütün bunlar karşısında dünyanın pek çok yerinde farklılaşan nitelik ve amaçlara sahip ayaklanmaların ve isyanların baş göstermesi strateji tartışmalarını hem siyasete hem de bilim alanına davet ediyor.

İşin ilginç yanı “strateji” tartışmasını bir tek “solcu”/Marksist akademisyenler yapmıyor. Özellikle iktisat alanında ana-akım sosyal bilimcilerin de kendi konum ve kaygıları temelinde “krizi aşmak için ne yapmalı” sorusunun etrafında tartışmalar yürüttüklerini görüyoruz.

“Peki siyasi strateji tartışmasına bulaşmış bir sosyal bilim ne kadar bilimsel ve nesnel olabilir” gibi bir soru akla gelebilir. Bu sorunun “bilimle” ilgili kısmı bilim-ideoloji ilişkisine dair yoğun epistemolojik tartışmaları buraya çağıracağından oraya girmeyelim. Nesnellik ile ilgili ise kabaca şunu söyleyebiliriz: Eğer siyasi ve iktisadi kriz günümüz kapitalist toplumlarının bugün “ne olduklarının” içsel bir parçası haline gelecek derecede derinleşmişse, “krizden çıkış ve kapitalizmi aşma olanakları” da toplumsalın mevcut durumunun ne olduğunun o derece bir parçası haline gelmiş demektir. Yani, “toplumu anlama” işine aynı zamanda siyasi analizi dahil etmek değil, etmemek, özellikle bu dönemde, “nesnelliğe” sığmaz.

Hele ki Haziranda tarihinin en büyük ayaklanmasını yaşayan ve ardından uzun bir hegemonya bunalımına sıkışan Türkiye hakkında konuşuyorsak.