Yalancı - Pazarcı - Mandacı - Satış

Bu dört sözcüğü keyfinize göre değişik şekilde bağlayın birbirine:

“Yalancı pazarcının manda satışı.”
“Pazarda mandacının yalan satışı.”
“Mandacının pazarda satış yalanı.”
“Satıştaki yalancını manda pazarı.”
vb.

Hepsi aynı kapıya çıkar: Tayyip Erdoğan’ın politikasına!

ABD emperyalizminin doğrudan desteğini yitirdiği görülen Erdoğan, sözde “Sayın Merkel’in daveti üzerine” Almanya’ya gitti.

Yalan burada başlıyor. Onu bal mumlu davetiyeyle davet eden falan yoktu. Dahası, neredeyse son dakikada Merkel’le görüşmesi bile suya düşecek, Dışişleri Bakanı ile görüşüp, geri dönecekti. Ne var ki, bir zamanlar Alman derin devletinin, gizli servislerin desteği, Federal Anayasa’yı Koruma Dairesi’nin göz yummasıyla desteklenerek Türkiye’ye ihraç edilen Milli Görüş’ün halen mevcut ilişkileri, Alman silah endüstrisinin ve büyük sermaye gruplarının lobilerinin desteğiyle, yalvar-yakar alınmış bir randevudur söz konusu olan. Konu başlığı da “Tarih boyunca gelişen Türk-alman dostluğunu canlandırmak”!

Ortada dostluk falan yok! Almanlar açısından, Alman emperyalizminin Balkanlar, Orta Doğu ve Kafkaslar’daki çıkarları ve bunların tam merkezinde duran Türkiye ile ilişkileri var. Ya Türkiye - Türkiye bir yana - Erdoğan açısından?

“Kazan-kazan” meraklısı Tayyip, bu sefer de bir gidişte iki kuş vurmak istedi.

Birincisi açık değil mi? Padişahlığa olduğu gibi, son dönemlerinde Osmanlı sarayını iyice sarmalamış “mandacılığa” da hevesli olan Erdoğan şimdi Alman mandasına girmeye çalışıyor. Ülkeyi şimdi de ağırlıklı olarak Alman emperyalizmine pazarlayarak iktidarına payanda yapmak sevdasında. Brüksel’de burnunun üstüne düşüşünü Almanya’da taraftarlarının da yığınsal desteğini arkasına alarak telafi etmek istedi, aklı sıra. İlle de bir mandaya gereksinimi var.

Şimdi, onun ağzıyla konuşayım: Yemezler!

Tüm görüşmeler boyunca, Merkel’in soluk yüzünde tek bir kez, hafif bir gülümseme belirmiş Alman futbol milli takımında Türkiye kökenli futbolcular söz konusu olduğunda. Geri kalanı uzak mesafeden, diplomasinin gerektirdiği biçimsel ve riyakâr nezaketten ibaret. Geçmiş yıllarda Almanya’ya gelişlerinde esip, gürleyen Erdoğan’a gelince, yıllar önceki kedi karikatürünü anımsatıyor. Yumuşacık, iltifatkâr, tevazu ile belden öne 11 derece kırık...

Yok “paralel devlet”miş... efendim, Türkiye ekonomisi halen “güçlü ve dengeli” imiş... Sanki Alman emperyalistleri, senin içini dışını senden iyi bilmiyormuş gibi...

Bir kez daha onun ağzıyla: Yemezler! Pazarcının yeni manda arayışında söylediği yalanları kimse yemedi!

Sonuç? Kocaman bir sıfır. Alman medyasında Erdoğan’ın bizzat kendisinin ve karısının servetlerini de konu eden yolsuzluk haberleri, adalet mekanizmasına yönelttiği saldırılar dolaşıp durdu. Gezi direnişinde “efsane yazan” polisine verdiği emirler falan da unutulmuş değil. Bunlar şimdilik Almanların ve Avrupa Birliği’nin Erdoğan’a açık desteğinin önünde engel oluşturuyor. “Lâfla demokrasi gemisi yürümez” der gibiler.

Ne var ki, bu duruşun arkasında Alman emperyalistlerinin demokrasi, dürüstlük, adalet merakı olduğu sanılmamalı. Tayyip’in “höt söt” politikası sadece şimdilik Alman emperyalizminin genel politik çizgisine uymuyor. Bismark’tan bu yana emperyalist istila saldırılarını ilk önce “ilerleme, demokrasi, özgürlük” sloganları altında başlatan -hâttâ kendi işçi sınıfını da böyle aldatarak arkasına alan- Alman tekelci sermayesi şu sıralarda da aynı havada. 1880’lerde bu belgilerle gittikleri Afrika’yı kana bulamışlardı. Yugoslavya’yı da böyle parçaladılar. Aynısını yarın yapmayacaklarının hiçbir garantisi bulunmuyor. Tekrar ediyorum: sadece şimdilik...

Kısacası, Erdoğan’ın birinci taşı boşa gitti. Açtığı avuç boş kaldı. Ne Suriye konusunda, ne bir süredir unuttuğu ve şimdi yeni baştan aklına gelen AB üyeliği, ne de başka bir başlıkta eline bir sadaka verilmiş değil! (Yanında götürdüğü hempa gazetecilerin bu konuda yazacağı söyleyeceği her olumlu lâf koca bir yalandır!)

İkinci taşa gelince: Seçim propagandasını başlattı. Almanya’da şu anda var olduğu bilinen bir milyonu aşkın T.C. yurttaşı seçmen ilk kez yurtdışında da oy verebilecek. İşte bunlar arasında kendisine oy toplama hesabında. Bu amaçla 4 bin kişi beklediği bir de salon toplantısı düzenledi. Neden salonda? Meydanları dolduramayacağını bildiği için, bastırdı parayı tuttu salonu. Bu taşla da kimi vurduğu henüz belli değil.

Almanya’da ilginç bir seçmen kitlesi olduğu malum. Bir yandan ırkçılığın, milliyetçiliğin, cemaatlerin etkisindeyken, öte yanda daha çok sosyal demokratlara, Yeşiller’e, dahası Sol Parti’ye oy veren bir kalabalık. Sorun Türkiye olunca daha ziyade tutucu, hâttâ gerici, yobaz! Ama hepsi bundan ibaret değil tabii ki. Özellikle Haziran ayaklanmasıyla birlikte giderek hareketlenen bir sol var. Önemli bir sayı oluşturan Kürtlerin bir kısmının Türkiye’deki AKP’ye destek politikasını aynen kabul edip etmeyecekleri tartışmalı bir konu. Aleviler, Atatürkçüler, komünistler...

Erdoğan’ın “davet üzerine” bu tür seçim propagandası ziyaretleri kuşkusuz daha da sürecektir. Hafta ortasındaki bu gelişinde kendisini protesto sloganlarıyla karşılayanların sayısına bakıp şiddetle yanılabilir.

Şimdi yine onun gibi konuşalım: “Hodri meydan!” (Onun gibi konuşmak için, buna “lan”, “be” falan eklemek gerekirdi, ama benim terbiyem buna engel.)