Üstü açık otomobilden jet uçağına ve unutulmaz bir anı

Yoğun kalabalığın tezahüratı arasında ilerleyen üstü açık, Graef & Stift marka, A III 118 plaka numaralı otomobil bir an için durdu. Kalabalık arasından fırlayan adamın elindeki tabanca iki kez alev kustu von Hohenberg sülalesinin kurucusu, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun Veliahdı Dük Ferdinand ensesine, karısı Düşes Sophie Chotek de karnına isabet eden kurşunlarla o anda hayatlarını yitirdiler. 28 Haziran 1914’de, Bosna’nın başkenti Sarajevo’daki bu suikastı gerçekleştiren Garvelo Princip de bundan birkaç yıl sonra, son derece ağır hapishane koşulları nedeniyle öldü.

Sadece üç ölü mü? Hayır!

Bu olay yüzünden, Avrupa’da, Orta ve Uzak doğu’da, Afrika’da ve tüm dünya denizlerinde süren, kırk ülkeyi kapsayan Birinci Dünya Savaşında, 17 milyon insan öldürüldü. Sayısı belirsiz milyonlarca yaralı, sakat, evsiz barksız, öksüz ve yetim kalan, sürülerek yurtlarından uzaklaştırılan... İnsan! Ve kimisi icazetle, kimisi bağımsızlık mücadeleleriyle kurulan devletler, yeni baştan çizilen sınırlar.

Bu olay yüzünden mi? Hayır!

Bu felaketin emperyalist devletlerin kendi aralarındaki paylaşım savaşı olduğunu artık herkes biliyor. İkinci dünya Savaşı da öyle. Sadece onlar mı? Tarih kitaplarında komplolarla, ihanetlerle, kahramanlık öyküleriyle örülerek destanlaştırılan ve sözümona ulusların tarihi diye önümüze sürülen savaşların kaç tanesi halkların kendi kaderlerini tayin hakkı için başlatılmıştır ki? Sürgit sonu gelmeyen savaşların kaç tanesi, büyücülerin, beylerin, prenslerin, kralların, kardinallerin, papaların ve onların çevresine toplaşmış hakim sınıfların çıkarlarını silah zoruyla başkalarına dayatması değildi? İster Katoliklerin kutsal hedefleri uğruna başlatılan haçlı seferleri olsun, ister Müslümanların cihat savaşları... İsterse İngilizlerin inanılamayacak denli aşağılık bir hedef uğruna, Çin İmparatorluğu’na afyon ticaretini kabul ettirmek için, üstelik iki kez üst üste çıkarttıkları “Afyon Savaşları”! Binlerce yıl boyu süren ve halen sürmekte olan savaşlardaki kayıpları artık hiç kimse hesaplayamaz, bunların dökümünü hiçbir bilim kurulu yapamaz. Kimlerin hangi çıkarları elde ettiğini, kimlerin kasalarına ne servetlerin aktığını da.

Tabii her savaş için bir ya da birden çok bahane ve bardağı taşıran son bir damla bulunmuştur. Kimi zaman açık otomobilde öldürülen bir prens, kimi zaman var olmayan bir atom bombası, kimi zaman uçaksavar mermilerine hedef olan bir savaş uçağı.

Ya bardağı önceden doldurarak, son bir damlayla taşacak hale getirenler? Çığırtkanlar, goygoycular, kışkırtıcılar, kin kusanlar, savaş nâraları atanlar... Her bir nâra, her bir çığlıkla bardağa bir damla daha ilave edenler... Örneğin, Haçlı Orduları Papa’nın icazetiyle çekirge sürüsü gibi geçtikleri yeri yakıp, yıkarak, yağmalayarak, insanları katlederek, kadınların ırzına geçerek tanrı adına savaşa koyulmadan önce, ganimet, iktidar ve ün peşinde koşan maceraperest prensler ve şövalyeler savaş hazırlıklarına başlarken, gezginci papazlar da yollara düşer, uydurma hikayeler, hurafeler anlatarak halkı galeyana getirmeye çalışırlarmış.

Her dönemde bu görevi birileri üstlendi. Günümüzde de beyinlerini ve sözcüklerini savaş beylerine, silah tekellerine kiralayanların başında, medya geliyor. Medya deyince de, belleğime kazınmış bir anı...

Bir zamanlar Federal Almanya’da yayınlanan bir Türkçe günlük gazete vardı. Sık sık Türk-Yunan ilişkilerini gündeme getirir, “Alçak Yunan karasularımıza göz dikti!” gibisinden hakaret içeren, kışkırtıcı başlıklar atardı. Kanıt olarak da, bir Yunan gazetesinden kupürler keser, alıntılar yapardı. Bir zamanlar Yunanistan’da Albaylar Cuntası’nın gayrı resmi yayın organı gibi çalışan bu Yunanca gazete de Türk düşmanlığı kusan başlıklarla, yarısı uyduruk haberler, kışkırtıcı makaleler, hâttâ, Türkiye Cumhuriyeti’nin toprak bütünlüğünü hiçe sayan haritalarla doluydu. Bu karşılıklı düello dönem dönem kampanyalar halinde başlar ve yaklaşık bir hafta sürerdi. Tabii, Yunanca gazetenin de Türkçe gazetenin küfürlü başlıklarından kupürler yayımladığını tahmin edebilirsiniz. Sözünü ettiğim gazeteleri okuyan her iki ulustan insanlarda ne gibi duygu ve düşünceler oluştuğunu da tahmin edebilirsiniz. Ama aklınızın ucundan bile geçmeyecek bir başka gerçek daha vardı. İşte onu asla tahmin edemezsiniz!

Sık sık hakaret dolu haykırışlarla Yunan düşmanlığı yapan Türkçe gazete, kendisine ait olan büyük bir matbaada basılıyordu. Aynı şekilde nefret kusarak Türk düşmanlığı yapan Yunanca gazete nerede basılıyordu dersiniz?

Aşırı Türk düşmanı Yunanca gazete, aşırı Yunan düşmanı olan Türkçe gazetenin rotatiflerinde basılıyordu!

Yalın gerçek işte bunca pespaye olabiliyor. Ve söz burada bitiyor...

Hayır! Bitmiyor! Aksine, olanca gücüyle bir kez daha başlıyor!

Din simsarlarının, milliyetçilerin, ırkçıların savaş nâralarını bastırmak için... Bunların gerçek yüzünü göstermek, ipliğini pazara çıkarmak için... Tüm bunların ardına sinsice gizlenmiş olan çıkarları ortaya dökmek için... Ve böylesi çatışmalardan asıl zararı gören işçi ve emekçi insanların ölmemesi, sakat kalmaması, evini barkını, tüm varlığını yitirmemesi için...

Olanca gücümüzle, olabildiğince yüksek sesle!..