Söyledikleri - İstedikleri - Korktukları

Söyledikleri:

"Bizim çocuklar“ın 1980’deki faşist darbesiyle başlattılar. Emperyalizme ve sermayeye hizmette kusur etmeyen Özal’llar ve ardından gelen saire ile AKP karanlığına geçiş yaptılar. Şimdi, semayenin o kardinal saldırısında yeni bir döneme geçişin çabalarına şahit oluyoruz.

Herkesin gördüğü bir gerçek var: Bu ülkede yağmadan, hırsızlıktan, yalancılıktan, "aldatıldık“ aldatmacasından ve ardından yükselen hötsötten  gına getirenler; ülkenin giderek bir muz diktatörlüğüne dönüştürüldüğünün ayırdına varmaya başlayanlar yavaş yavaş artıyor. Her geçen gün daha da yaygınlaşan taşeron sistemiyle işyerlerinde gittikçe daha çok ezilenlerin , işyerini kaybederek işsizliğe mahkûm olanların, yoksulluk sınırının altında yaşarken artık kurtulamayacakları bir sefalete mahkûm olduklarını fark edenlerin sayısı ise istatistiklerde izlenmesi zor bir hızla yükseliyor… Bunlar, geleneksel sermayenin yanısıra, bu saldırı sırasında nemalanan ve bugün yüz milyonlarca dolarla hesap tutan üç-beş  "oğul-yeğen-akraba-teallükat-birisinin çevresine kümelenmiş tufeyli“ye karşı on milyonlarca emekçidir.

Ve Haziran 2013 deneyiminden ders çıkaran sermaye, kuşku yok ki, bu gelişimin, giderek yükselen sıkışmanın sistem için beklenmedik bir anda tehlike yaratabileceğini hesap etmektedir. Gerek ülke içindeki belirli sermaye çevreleri, gerekse emperyalist odakların strateji uzmanları bu ülkenin Tayyip’in padişahlık hayalleriyle süslü diktasını artık daha uzun süre taşıyamayacağını hesap ediyorlar. Onun için, çoktan bu „hötsöt“e bir alternatif arıyorlar. Haziran’da milyonlarca seçmeni „ne bahasına olursa olsun, AKP gitmeli“ hedefine kitlenme çabası  boşuna değildi. Beyinlere sayısal hesaplarla birer tül perde çekilmesinin arkasında yatan asıl hesap başkaydı. Amaç demokrasi, özgürlük, cumhuriyet, laiklik falan feşmekân değil, sermaye düzenini tehlikeye atacak her türlü potansiyelin gelişmesini engellemekti!

Bu manipulasyona kanan milyonlar isteneni yaptılar. Ardından da heyecanla, büyük bir beklentiyle gelişmeleri izlediler ve gördüler: Dayatmaları, o dayatmaya ayak uyduranları, kendisinden medet uman seçmenlerini dolandıran partilerin taklalarını, perendelerini, sefil bir şekilde yerlerde sürünmelerini  -  mide bulandırıcıdır; burada bir kez daha ayrıntıya girmeye gerek yok.

Bunların alınlarının çatı yarılmış! Utanmaksızın, sıkılmaksızın bir kez daha feryatlarla oy dileniyorlar: „Gitmesi şart!“ Kimmiş gitmesi gereken? Kim olacak? Erdoğan! Neymiş gitmesi gereken? Ne olacak? AKP!

İstedikleri:

“Bunlar gitsin de ne olursa olsun(muş)!”

Bu sinsi sloganın ardında yatan nedir? Diyelim ki, AKP gitti. Varsayalım ki, Erdoğan susturuldu. Dahası, bunlar topluca Yüce Divan önüne çıkarıldı. Ne kalacak geriye? Sistemin, ellerine nisbeten “daha yumuşak eldivenler” takmış savunucularıyla devamı. Asıl hedeflenen ve istenen budur ve bundan başka hiçbir şey değildir!

“Ne bahasına olursa olsun(muş)!”

“Ne bahasına...” derken, dikkatle gizledikleri ve kimsenin bahis konusu etmesini  istemedikleri “baha” nedir? Çalışanlara açlık sınırını zorlayan ücretler, ağır çalışma koşulları, hesabı tutulmayan iş kazaları, sakatlanma ve ölümler, her an işten kovulma korkusu. İstatistik oyunlarla sürekli gizlenen işsizlere sefalet. Yeni yetişen nesillere geleceksizlik. Partisinin, liderinin adı ne olursa olsun, sermaye iktidarının bugüne dek adım adım yerleştirdiği sömürü düzeninin aynen devamı.  Bir kez daha aldatacakları emekçi yığınlara ödetecekleri bedel işte budur ve bundan başka hiçbir şey değildir!

Korktukları:

Bu aldatmaca daha ne kadar sürebilir? Parlamenter sistem çöplüğünde bu büyük yalanın megafonunu ellerinde tutan “muhalefet”in cilası da bu arada dökülmekte. Ülkenin emekçi yığınları onları da ister istemez tanımakta:

  • CHP’nin, her türden ideolojik, politik karmaşanın ve kişisel çıkar hesaplarının doluştuğu bir çuval haline geldiği her yerde konuşulmuyor mu?
  • HDP’nin, peşinde Kürt emekçi yığınları sürüklemeyi başardığı halde, emperyalist odaklara davet çıkarırken sermayenin hizmetinden asla çıkmayacağı işaretini verdiğini düşünenlerin sayısı çoğalmıyor mu?

(Geride kalan ve artık sadece liderleri değil, kimisi tüm örgüt yapılarıyla birlikte satılık hale gelecek kadar çürümüş diğer düzen partilerini anmaya gerek bile yok.)

“Yavaş yavaş” demiştim başta. Siyasette gelişimin hızı homojen değildir. Yaşam mücadelesinin her geçen gün daha ağırlaştığı, huzursuzluğun, gerilimin, dahası savaş tehlikesinin tırmandırıldığı bir ülkede bir günden ertesine ne olacağı bilinmez. Bugün çaresizlikten, hâttâ “bunlardan bir şey çıkmayacağını” bile bile oyunu bir yerlere vermek zorunda kalan insanların sayısı “yavaş yavaş” derken, birden bire sışrayışlarla artabilir. Milyonlarca gayrı memnun, ülkenin her yerinde ayağa kalkacak hale gelebilir.

Fakat bazılarının sandığının aksine, sermayenin korktuğu bu değildir. On binlerce polis, bol miktarda tazyikli su, gözyaşartıcı gaz, plastik/hakiki mermi; onlar da yetmezse jandarması, ordu birlikleri, tankı, topu, mahkemeleri, hapishaneleri ne güne duruyor? Yalan-dolan ne işe yarıyor? Tarihin, kanla ya da yalan-dolanla bastırılmış halk isyanlarıyla dolu olduğunu onlar da biliyor.

Büyük bir resim var ortada: “Düşük ücret”, “ücret ödemeden sıvışan taşeron firmalar “, “iş kazalarında sakatlanmalar ve ölümler”, “kentlerin yağmalanması”, “kesilen ağaçlar”, “doğanın, kırsaldaki yaşam alanlarının katli”, “kişisel yaşamın özeline müdahale”, “kadın cinayetleri”, “ırkçı hezeyanlar” ... Ve sayılabilecek daha yüzlerce sorun var bu resimde. Bunların hepsi için tek tek mücadele edilebilir. Sermaye için asıl korkutucu olan bu da değildir. Resmin bozulan bazı köşeleri tamir edilebilir. Şurasını, burasını yapıştırırsın, ötesine biraz boya çalarsın. Fakat...

Ya, sayısı milyonları bulan işçi ve emekçi, asıl sorunun sistemin kendisinden kaynaklandığını kavrarsa?

Tüm bu manevraların ve onlara yalancı şahitlik ettirilen sözde solun çabalarının temelinde işte bu korku yatıyor.

Hepsi el birliğiyle yığınların bu bilinçten hareketle örgütlenerek sistemi sıfırlamasına engel olma mücadelesindeler.

Geriye ne kalıyor? Komünistler! Onlar bıkmadan, usanmadan bu büyük yalana işaret etmeye devam edecekler. Türkiye bugünden yarına ne olacağı belirsizleşen bir ülkedir ve tüm manevralara ve yalanlara karşın, hızla yönetilemeyecek bir hale gelmektedir. Yalanın mumu yatsıya kadar. Belki de beklenmeyen bir anda yatsı gelecek, mum sönecek.

“Ne bahasına olursa olsun” diyorlar ya... Biz de ne bahasına olursa olsun, bunu söyleyeceğiz, yazacağız, işçi ve emekçilerin bu hedefle örgütlenmeleri için çaba harcayacağız: Köhnemiş ve yama tutmaz hale gelmiş resmi yamamayı bırakmadığımız; onu tamamen yırtarak hep birlikte yepyeni, aydınlık bir yaşamın, soyalist bir ülkenin resmini yapmaya başlamadığımız sürece kurtuluş yok.