Seçeneksiz seçimler

Seçim“, „seçmek“ten gelmiyor mu? „Seçmek“ eylemi de „bu değil şu, ya da öteki“ gibi, birbirinin karşıtı, en azından, birbirinden farklı olan iki, ya da daha fazla seçenek arasında bir karar vermek demek değil mi? Öyleyse şimdi geçmişe doğru bir bakış atalım:

Daha ulusal kurtuluş için silahlı mücadele yıllarıydı. Türkiye Komünist Partisi'nin önde gelen yöneticileri bir ucu Ankara'ya uzanan bir komployla katledildi. O tarihten itibaren komünistlere sürekli takip, tehdit ve tutuklamalarla nefes aldırılmadı. Böylece yeni kurulmakta olan ülkeye sunulacak bir toplumsal düzen seçenek olarak ortadan kaldırıldı. Adında „komünist“ geçen her türden siyasal etkinliğin çok yakın tarihe dek kalın yasak duvarlarıyla boğulmaya çalışıldı.

Bu arada, Cumhuriyet'in kuruluşuyla birlikte, işçi sınıfı ve o yıllarda yoğun bir nüfusa sahip yoksul köylüler dışında, ülkede var olan tüm hakim sınıf ve katmanları, mütegallibenin her çeşidini – burjuvaziyi, toprak ağalarını, orta katmanların temsilcilerini- ve tabii bunların taşıdığı her türden ideolojiyi ve her türden politik eğilimi – sadece emperyalizm karşıtı yurtseverleri değil, ezici çoğunlukla milliyetçileri, ırkçıları, yenik düşerek sinmiş padişahlık ve halifelik yanlılarını, hacı-hoca-karanlık geceyi, tabii kapitalizm yanlılarını- sinesinde toplayan bir meclis kuruldu. Ardından, bu meclisi oluşturanların doluşturulduğu bir de parti.

Çok partili seçimlere geçmeye çeyrek kala kurulan ikinci parti nereden çıktı? İlk kurulan partiden. Çıkanlar yeni bir parti kurdular. Ama yeni partinin eskisinden en temelde farklı bir ideolojiye sahip, eskisinin örnek almış olduğu toplumsal düzenden tamamen farklı bir hedefe sahip bir parti olduğu söylenemezdi. Eskiler iktisat kongreleri toplayarak gidecekleri yolu saptamış, Varlık Vergisi çıkararak azınlıkların paralarına, mallarına el koyup, bunları yeni yaratmakta oldukları yerli burjuvazinin kaslarına akıtmıştı emperyalist ülkelerle, dahası Nazi Almanyası ile bile anlaşmalar yapmıştı. Yenilerin isteği sadece eskilerin ağır aksak yerleştirmekte olduğu toplumsal ve ekonomik düzeni hızlandırmaktan ibaretti. Onlar da eskilerin yolunda devam ettiler, NATO'ya girdiler, ikili anlaşmalar yaptılar eskilerin izini sürerek 6-7 Eylül'leri gerçekleştirdiler. Aslında iki parti arasında ne düzene, ne de üyelerinin yapısına, ideolojisine içkin hiçbir temel fark yoktu. Eskinin içinden birileri ayrılıp, yeni parti kurarken, aynı sınıflardan gelen ve aynı görüşlere sahip birileri eski partide kalmaya devam etmişti.

Yıllar içinde birçok parti kuruldu. Her biri, yukarıdakilerden türeyen partilerdi. Her seferinde birileri, ayrılarak yeni bir parti kurmaya girişirken, bir sürü benzerlerini eski partilerinde bırakmişlardı. Amip bölündü iki amip oldu. Onlar da bölündüler dört...

Sayı önemli değil. Hepsi kapitalist sömürü sistemini sürdürmeyi amaçlayan, her biri hakim sınıfların her çeşidinin temsilcilerini içlerinde barındıran partilerdi. Hâttâ, o en eski parti bugünden yarına kendisini „sosyal demokrat“ ilan ettiğinde de farklı bir şey olmadı. Birileri girdi, birileri çıktı, parti içindeki hakim konglomerat ve ona yapışmış ideolojik yapı değişmedi. (Arada, bir kırılma noktasından yararlanarak ortaya çıkan bir parti oldu, programında sosyalizmi amaçlayan. Meclise girmeyi bile başardı. Ama o da, hakim sınıfların topunun birarada bulunduğu tüm siyasal partilere göre bir „anomali“, toplum için tehlikeli bir „mikrop“ idi ve ilk fırsatta yasaklandı.)

İşte, yıllar boyu değişik isimlerle karşımıza çıkarak bizden oylarımızı isteyen partilerin ezici çoğunluğunu bunlar oluşturdu. „Seçim“ derken, karşımıza birbirlerinin türevi olan farklı seçenekler öne sürerek tek bir seçeneği, “varolan sömürü sisteminin devamını” seçmemizi sağladılar. (Bu yaklaşımı kaba bulanlar, Cumhuriyet tarihi boyunca ortaya çıkmış, seçimlere katılmış, hükümet kurmuş tüm partilerin sınıfsal ve ideolojik temellerini inceleyerek benim „kabalığımı“ inceltirlerse, önünde sonunda, işaret ettiğim gerçeğin „kabalığı“ ile karşılaşacaklardır.)

Şimdi bir kez daha aynı kabalıkla karşıkarşıyayız: Cumhurbaşkanı seçimleri yaklaşıyor! Birçok insan padişah özentisi Tayyip'e karşı bir seçenek gerektiğinde birleşiyor ya... Aynı oyun yine başladı. Sinsi, zehirli diller, anlamından soyutlanmış sözcüklerle paketleyerek mikrofonlara bir takım isimler fısıldıyor, ekranlarda sırıtan bir takım suratlar gösteriyor ve sanki farklı “seçenekler” sunarmış gibi, birbirlerinin benzeri birilerini önümüze koyarak bizi seçimlere hazırlıyor.

Eğer „seçim“ gerçekten söz konusu olacaksa, bu ancak „sayısı çok, fakat topu birbirinin aynı“ oların karşısına gerçek bir seçenek çıkarsa ben ona seçim derim.

Böylesi bir seçeneği koymak solun görevi olmalı, ona oy vermek de cumhurun...