Ne olursan ol, yeter ki…

Seçimler yaklaşırken hep aynı telâş başlar.

Telâş ne kelime? Her seferinde, tüm burjuva partilerinden buram buram tüten ve hassas burunları  tırmalayan, havayı kirleten bir koku yayılır çevreye: Panik kokusu!

Heyecanın artması, hareketliliğin çoğalması, seslerin yükselmesi, koşuşturmalar falan. Sonuçta tabii ki, „telâş“ olacak. Bu doğaldır. Ama “panik” de ne oluyor?

Seçmenlerin çoklarının alışageldiği ve o nedenle de artık farkına bile varmadıkları, “telâş”ın bir parçası sandıkları bu “panik” de aslında çok doğaldır! Başka nasıl olacak ki?

En sağından en sol geçinenine dek, tüm burjuva partileri bir önceki seçimlere hazırlanırken,  yalan olduğunu bile bile verdikleri sözlerin yükünün altında ezilmeye başlarlar. İster hükümet kurmuş olsun, ister muhalefette kalsın… Bir dönem boyunca yaptıkları ve yapmadıkları işler,  işledikleri “siyasal suçlar” paniğe neden olan bir karabasana dönüşür. O panik içinde bir dizi soruya yanıt aramaya başlarlar:

“Halkın ne kadarı bunların farkına vardı?” “Ne kadarı unuttu, ne kadarı belleğine kaydetti?” “Hangi kesimlerde, ne kadar insanda buna karşı tepki oluştu?” Ve sonul olarak, “ne kadarı bu kez “bize” değil, başka bir partiye oy vermeye karar verdi?

Sinsice artan paniğin bir nedeni budur. Seçimlerde yapılanların geri kalanı sıradan işlerdendir: “Nerelerdeki, hangi hassasiyetlere göre ne yalanlar üretilecek?” “Hangi cemaatle ne anlaşmalar yapılacak?” “Kimlere ne çıkar sözleri verilecek?” Falan…

Ve tabii çeşitli yöntemlerle etki altına alınan, dahası, özel olarak sipariş edilen kamuoyu araştırmaları birbiri ardına sökün eder. Medya bunlarla dolmaya başlar… Hangisi gerçekliği ne tarafa eğer, hangi doğrultuda büker; hangisi bilinç bulandırmak için sayılarla hesaplı oynamalarla, şaşırtmacalarla doludur bilinmez… Bir sürü yalan beyan, palavra ortalığa dökülür. Çokları bunu da doğal karşılar. Seçimler yaklaşıyor ya…

Sol geçinen burjuva partilerin özelinde bir soru daha vardır telâşa ve giderek paniğe neden olan: “Bu düzene temelden son verme, onun yerine sosyalizmi kurma kararlılığında olanlar ne yapacak?

Öncelikle, hepsi birden alışılmış bir iddiyı tazelemeye girişir: “Komünistlerin aslında toplumun (seçmenlerin) pek küçük bir kesimini oluşturduklarını” söylerler. Bu, günümüz koşullarında yanlış da değildir. Öyleyse nedendir bunca telâş? Nihayetinde üç-beş oy değil midir söz konusu olan?

Ve kafalarda korkulu bir soru yanıtını aramaya başlar: “Bunlar ne yapacaklar?”  Her seferinde aynı hummalı faaliyete girişirler: Bir yandan “komünistlerin küçük bir azınlık oldukları” iddiasına dayanan, “oylarınız boşa gitmesin, bize gelsin” önerileri ve bunu nedenlendirmeye çalışan bir sizi  iddia üretilir. Seçim aritmetiğinden haberi olmayanları inandıracak düz mantığa dayalı rakamlar ortaya atılır. Öte yandan, yarı üstü kapalı, yarı açıkça tehditler yapılır: “Oylarınızı bize vermezseniz, seçimleri sağcıların kazanmasının sorumlusu siz olursunuz!”

Hani sadece üç-beş oydu?

Hayır! Sadece üç-beş oydan ibaret değildir komünistlerin seçimlerdeki varlığı! Çünkü onlar gerçekliği olduğu gibi dile getirmekten çekinmezler. Çoğunluk da bilir bunu. Seçmenlerin ezici çoğunluğu zaten yazılanı-söyleneni tüm acılığıyla, günden güne yaşamakta ve sonuçlarını kemiklerinde hissetmektedir. Komünistler bununla da yetinmez, yığınların sefaletine neden olan bu gerçekliği değiştirmek  için ne yapmak gerektiğini de söylerler, hedefler gösterirler. Çoğunluğun bu hedefleri kabul etmesinden bağımsız olarak, asıl korkutucu yan da budur. Belki o seçimlerde onlara oy vermeyecek bir yığının o üç-beş oyun sahiplerini göz ucuyla izlediği bilinir. Bu nedenle onlar aldıkları, alacakları oyların sayısını kat be kat aşan etkiye sahip bir güçtürler. Bilinen bir şey daha vardır: Onların yazdıkları-söyledikleri-yaptıkları emekçi halkın belleğinde birikecek; onda yeni bir bilinç oluşturacak ve bir gün gelecek… Belki de hiç beklenmedik bir anda…

Onun için, kendi başlarına konuşmaları bile istenmez. Bunların komünistlerden istedikleri, solcu geçinen, fakat bu sömürü düzeninin değişmesini kesinlikle istemeyen burjuva partileriyle işbirliği yapmalarıdır. Bundan sonrası da kendiliğinden gelir: Eh, işbirliği yaptıklarına göre… Kendi söylemlerinden vazgeçmelidirler! Koşulsuz olarak, işbirliği yaptıkları partinin programına, o seçimler için üretilmiş, yalanlar, boş vaatler ve mugalata içerdiği bilinen iddialara katılmalıdırlar.

Böylece kendi olmaktan vazgeçmeleri, kendilerine yabancılaşmaları istenir. Bu gerçekleştiği ölçüde, komünistlerin destekledikleri burjuva partilerinin „sol“ olduğu bir kez daha onaylanmış, göz boyama işi başarıyla gerçekleşmiş olacak, bu yalan da sürüp, gidecektir.

Yıllardan bu yana, sosyal demokrat olma iddiasında olanlardan başlayarak, her seçimde komünistlerden talep edilen, daha da ileri giderek onlara dayatılmaya çalışılan işte şundan ibarettir:

Ne olursan ol, yeter ki kendin olma!

Bu ülkedeki Komünistler, daha önce de, hiçbir başka şey değil, kendileri olabileceklerini gösterdiler. Bundan sonra da kendileri olmaya devam ettikleri sürece, bir gün gelir...

Bir gün gelir, “üç-beş”in ardına bir sözcük daha eklenir: “milyon”!

Ama sandıkta, ama sokaklarda, meydanlarda...