Modaya uymak ve modernite üzerine

İspanyol paça, düşük bel, ince kemer, yumurta topuk... Mini etek, maksi palto, mantar topuk... Falan, filan... Her dönem yeni bir moda, yeni renkler, yeni biçimler. Tarih boyunca sadece eldeki teknolojiye değil, aynı zamanda çağın, dönemin ruhuna uygun bir moda olagelmiş. Özellikle 20. yüzyılın ikinci yarısında, emperyalizmin kalelerinde dört yanı saran tüketim dalgası, bir zamanlar yüz yıl boyunca değişmeksizin kalan moda çizgilerini son dönemlerinde her mevsim değiştirmeye başlamıştı.

Moda, hemen herkesin ilk anda aklına gelen kılık kıyafetten, şık giyinmekten çok öte bir şeydir. Sadece moda yaratıcılarının çiziktirdiği biçimlerden, öngördükleri renklerden, burjuvazinin en üst tabakalarının davet edildiği defilelerden, mankenlerden, onların topluma yayılması için katalizör görevi üstlenen yıldızlar ve yıldızcıklardan ibaret değildir. Yukarıdan aşağıya doğru toplumun çeşitli sınıf ve katmanlarında onu izleyenlerin kuşandığı, giderek kumaş dikiş kalitesi bozularak sonunda işportaya düşen pılı pırtının ötesinde bir anlamı vardır modanın.

Sadece dış görünüşle kalmaz moda dediğimiz akımlar. Davranış biçimleri, el kol hareketleri, mimikler, ses tonu, konuşma biçimi, kullanılan kavramlar falan da modaya uygun olarak değişir.

Aynı zamanda, hayata bakışı, yaşam biçimini, dahası, siyasal aidiyeti de sembolize eder. Dönemin gündemine oturmuş siyasi liderlerin tipinin taklit edilerek moda haline geldiği çok görülmüştür. Bir zamanlar yaygın olan Napolyon saç kesimi, Bismark ya da Hitler bıyıkları kendi dönemlerinin modasıydı. Bu tür modalar, aynı zamanda o insanların siyasal görüşlerini de yansıtır, bir çeşit üniforma görevi de görür. Şimdilerde tesettüre sarılmış, az ya da çokça yumurtalaşmış kafaların, dikkatle kırpılmış bir bıyıkla ortasına çizik atılmış erkek suratlarının moda olduğu gibi...

Modaya uymak, modernitenin de bir gereğidir. Örneğin, moda haline gelen mor renk pazar meydanlarındaki ucuzcu tezgahlarına kadar düşmüş, çokları bu rengin tonlarına bürünmüşken başka bir rengi seçenlerin modern insanlar olmadığı, akan zamanla birlikte hareket etmedikleri düşünülür. Bunlara, yaşadıkları çağla ilişkisi kopuk, onun yaşam biçiminden habersiz insanlar gözüyle bakılır.

21. yüzyılın giysilerinde moda renkler ve biçimler artık eskisi gibi değil, Oldukça belirsiz. Herkes istediğini giyip, dolaşıyor ortalıkta. Bu aynı zamanda günümüzdeki tüm teknik olanaklardan yararlanarak yaygınlaştırılmış dünya görüşüyle de paralellik taşıyan bir olgudur. Bunca çok değişik çizginin biraradalığı, daha doğrusu çizgisizlik günümüzün liberalizm modasının giyime yansımasından başka bir şey değildir.

Liberalizmin utkan olduğu, özgürlük kavramının herkesin aklının bir köşesine, ağzının kenarına iliştirildiği bir dönemden geçiyoruz. Herkes özgürdür herkes istediği rengi seçmeli, istediğini giymelidir!

Ama hepsi bu kadar! Özgürlüğün bu şekilde biçimsel dışa vurumu, pantolon-ceket-etek-iç çamaşırında bitiyor.

Geri kalan istisnasız her şey, liberalizm modasının tek çizgisine uydurulmaya çalışılıyor. Yaygın ve moda ideoloji, sıkça kullanılan kavramlarla milyonlarca insanın aklı, fikri, duyguları tek bir modanın ablukası altına alınmaya çalışılıyor.

Sağdan başlayarak sola dek uzanan bir yelpazede, sözümona çağa uyan, modern düşünceli insanlar bu modaya uyuyorlar. Herkes kendine göre bir ucundan tutup, liberal düşünceleri savunuyor. Moda öylesine yaygın hale geldi ki, çokları ne anlama geldiğini bile derinlemesine düşünmeden moda kavramlarla konuşmaya başladı. “Demokrasi” deyince akan sular duruyor. Ve “özgürlük”! Ve “hukuka saygı”!...

Başka bir şey mi söylemeye kalktın? Diyelim ki, “Marksizm-Leninizm” dedin, ya da “işçi sınıfı”... Vay haline. Bir gürültü yükseliyor dört bir köşeden. Modaya uymuyorsun ya, geri kafalısın, çağın gerisinde kalmışsın, dünyanın değiştiğinin farkında değilsin. Kulakları sağır eden bir kakafoni başlıyor yok işçi sınıfı çoktan bitmiş, yok Marksizm-Leninizm artık demokratik dünyadaki sorunlara yanıt veremezmiş. (Bu safsatanın örneklerini uzatmak istemiyorum.)

Artık her düşünsel, siyasal söylem günümüzün modaya çizgisine uygun hale getiriliyor. Neymiş günümüzün modası?

Modernite!

Siyaset mi yapacaksın, felsefe yazısı mı yazacaksın, düzenden mi bahsedeceksin? Artık bundan sonra modern olacaksın, moderniteye uyacaksın. Geleceğini de moda akıma, moda kavramlara uygun olarak kuracaksın “demokratik modernite” isteyeceksin.

Bu modayı izleyenler bir önemli noktayı unutuyorlar: Moda, her zaman geçicidir. Kimi uzunca, kimi kısa zamanda eskitilip, çöpe atılır yerine yeni çizgiler, renkler ve kavramlar gelir.

Bu arada bazı şeyler var ki, moda akımlarla değişmiyor, değiştirilemiyor.

Üretim sürdükçe işçi sınıfının varolacağı gibi... İnsan insanı sömürdükçe sınıfların da varolacağı gibi... Buna izin veren kapitalist sistem iktidarda olduğu sürece sınıf savaşımının da bitmeyeceği gibi...

Ve komünistlerin bıkmadan usanmadan sormaya devam edeceği gibi:

“Modernite iyi. Demokrasi de iyi. Özgürlük hepsinden iyi. İyi de, bunların tümü kim için?”

Ve er veya geç, bir gün -evet, bir gün- emekçi yığınların da bu soruya yanıt aramaya başlayacağı gibi.