Maskeli balo

Karnavalı meşhur yerler var dünya yüzünde. Örneğin Brezilya… Almanya’nın özellikle iki kentinin, Köln ve Mainz’ın  da altı üstüne gelir karnaval zamanı. Venedik derseniz, artık o dönemde kente girmek bile sorun haline gelmiş bulunuyor.

Çeşit çeşit kostümler… Belli bir temaya bağlı olarak giyinmiş gruplar… Herkesin aklında eğlence, içki, dans, seks… Karnaval boyunca bir dizi "günah" olasılığı ortaya çıkacağı için, herkes kendisi değil, bir başkası olur, yüzler maskeler arkasında gizlenir. Hele maskeli balolara kostümsüz, maskesiz hiç kimse giremez. Baloya katılanlar, taşıdıkları kostümün, maskenin gereği neyse, ona göre bir mizansen içinde hareket ederler.

Günlerdir kendimi bir çağrışımdan kurtaramıyorum: Şu meclise baktıkça…

Tam bir kanaval havası esiyor. Giren, çıkan, birbirini kovalayan, birlikte dans eden, kimle nasıl flört edeceğini düşünen, ona göre mizansenler kuranlardan oluşan bir "balo". Geleneksel karnaval kentlerindekiden bir farkı var: Onlar eğlence peşinde, bunlarsa kâbus gibi! Milyonlarca insanın dramını programlıyorlar. Hepsinin suratında bir maske.

Toplumsal olgulara, siyaset sahnesine derinlemesine Marksist bir bakış atabilenler, "burjuvazinin maskesi düşeli çok oldu" diyorlar ama... Sermaye sahiplerinin iktidarlarının her döneminde, sınıfsal dengelerin her yeni durumunda, dünya konjüktürünün her farklılaşışında yeni ve çok çeşitli maskeler icat ettiği de bir gerçek. İktidarı ele geçiren sermaye sahiplerinin Loui Bonapard’dan bu yana maskesinin düştüğünü bilenler ve her dönem yeni maskelerin ardındaki çirkin suratları görmeyi başaranlar bir yana… Bu maskeler ve karnaval hâlâ ardına yığınları takmayı başarıyor.

Bir diğerinin "şeref" ve haysiyeti konusunda olumsuz düşünceleri olan ve bunu ortalık yerde  çekinmmeden bağırarak söyleyenden, ağzını kapayıp, içinde gizli tutana dek bir sürü insan Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni açtı.

Ve maskeli balo başladı. Herkesin rolüne uygun bir maskesi, amacına, kısa ve uzun vadeli hedeflerine doğru ilerleyebilmesi için de ana hatları programlanmış bir mizanseni var. Onların oraya doluşmasına yardımcı olanlar da kapılara birikmiş, içerde olan biteni gözlemlemeye çalışıyor.

En çok da "ama"cılar sarmış etrafı: Görevlerini yerine getirmenin getirdiği maddi-manevi doygunluğun tadını çıkaramayan, geleceklerinden biraz da endişeli "evet, ama"cılar… Köşede kenarda düşük ücretli bir işe yerleştirildiği için biad eden; kömür-mömür, oy-moy rüşvetlerinin, minik altınların, mitinglere giderken aldıkları "harcırahların" sonu gelecek korkusu taşıyan, "evet, çalıyorlar ama çalışıyorlar"cılar… Aklı sıra Erdoğan ve şürekâsını iktidardan indirmek için, bile bile, "evet, ama şimdilik ikisinden başka çare yok" diye sandığa gidenler…

Halbuki telâşa ne lüzum var? Başınızı kaldırıp, en tepedekilere bakın. Hani şu "ama"sız, "lâkin"siz, içerdeki bileşkenler ne olursa olsun, her durumda kazandıklarının bilincinde olan; içerdeki lobi çalışanlarına, iş takipçilerine güvenen azınlığa. Hiç duruşlarını bozuyorlar mı? Bozmazlar, çünkü, onlar biliyorlar: Temelden değişecek hiçbir şey yok!

Üzüntü verici olan, halkın en geniş kesimleri için de hiçbir şeyin değişmeyeceği. Ne var ki, onlar bunu hâlâ kavrayamıyorlar. Kostümlü maskeli şamatanın cazibesine kapılıyor, ondan bir şeyler bekliyorlar.

Onlar gözlemci olarak kaldıkları ve maskelerin ardını görmeyi öğrenemedikleri sürece balo devam edecek.