Köylü kurnazlığından kasaba bıçkınlığına

"Köylü kurnazlığı", hemen hemen bütün dillerde karşılığı olan ve aynı anlamda kullanılan bir kavram. Kırsalda eğitimden yoksun köylünün, varoluş mücadelesinde dayanmak zorunda olduğu pratik çözümlere iltifat yağdıran, bir çeşit "kurnazlık" karşısında bilimselliği küçümseyen, zorluklar ve sorunlardan sıyrılarak "durumu idare edecek" günübirlik çözümleri kurallaştıran yaklaşımlar karşısında sıklıkla kullanılır. Dahası da var: Söz konusu kurnazlığın öznesi olan "köylülük" aynı zamanda küçük burjuva mülkiyet hırsını, toplumsal ilerleme karşısında bir ucu gericiliğe uzanan tutuculuğu da içerir.

Tarih boyu sürekli olarak değişen üretim ilişkileri içinde yaşamını sürdürebilmek için her durum karşısında yeni baştan "kurnazca" çözüm üretmekten başka ne yapabilirdi ki "zavallı" köylü? Bin yıllardır bir yanda hakim sınıfların baskısı ve haracı altında ezilen, öte yanda doğanın iyi bir hasattan kuraklıklara, büyük felaketlere dek ne getireceği bilinmeyen, sürprizlerle dolu yasallıkları karşısında aciz kalan köylü için, her seferinde çare üretmek yaşamsal bir zorunluluk olagelmiştir.

Dünyanın her yerinde olduğu gibi, Anadolu insanı da iyi bilirdi bu "kurnazlığı".

Ancak, kapitalizmin gelişmesiyle birlikte, özellikle son kırk yıl içinde kırsalın hızla boşaldığına şahit olduk. Toprağı olmayan, olanı yitiren, ya da küçücük arazisindeki üretimle yaşamını sürdürme olanağı kalmayan milyonlarca insan işgücünü satmak için kentlere göç etmek ve işçileşmek zorundaydı. Nitekim bugün nüfusun ezici çoğunluğu kırsalda değil, kentlerde yaşıyor.

Kentlerde yaşıyorlar, ama ne yazık ki, çoğunlukla işçileşemediler.

Sayısı asla bilinemeyen yığınsal işsizlik işçileşmelerinin önünde büyük bir engel oluşturdu. Bunların bir kısmı işçileşmedi, "lumpenleşti"! Günü birlik çözümlerle yaşam savaşı yürütmek zorunda olan milyonlarca insandan bahsediyorum. İşçileşemeyen, dolayısıyla sınıf bilincine varma olanağı bulamayan, buna bağlı olarak örgütlenmekten de uzak kalan insanların, kırsaldan getirdikleri "kurnazlıktan başka" bir silah var mı ellerinde? Tabii ki ona başvuracaklar.

Dahası, kentte gelişen birey olma bilincini, bireycilik olarak algılayacak, "gemisini kurtaran kaptan" şiarını benimseyecekler. Kapitalizmin hunharca sömürüsünü, "vurgun vuranındır" diye yorumlayacaklar. Sistemin acımasızlığını, "gücünün yettiğini ez" olarak içselleştirecekler. Böylece bıçkınlaşacaklar.

Öte yandan bakıldığında, günümüzde kentler kapitalist ilişkilerin, işçi sınıfı ve sermaye sahipleri arasındaki uzlaşmaz çelişkinin, sınıf mücadelesinin odaklaştığı merkezler haline gelmiş bulunuyor. Dolayısıyla, köylerden kentlere doluşarak sermaye sahibi zengin ve müreffeh azınlıkla birarada yaşamaya başlayan bu kent yoksullarının sınıf mücadelesinin dışında kalması mümkün olabilir mi? Herhalde olamaz. Yaşam koşullarının dayattığı, her gün ve her saat karşı karşıya bulundukları yoksulluk, aşağılanma, haksızlıklar ister istemez onları bu mücadelenin bir köşesine sürükleyecektir.

Ne var ki, sınıf savaşımı, onu belli bir bilinç düzeyine yükseltmek, yasallıklarını kavranmak, bunları siyaset alanına taşıyarak gerçekleştirebilmek ve başararıya ulaştırabilmek için de örgütlenmeyi gerektirir.

Bu olmadığı sürece, bu yığınların nereye savrulacağını kestirmek zordu. Tam bir bilinç kırılmasıyla sağa savrulduklarını, tarikatlara köle olduklarını, milliyetçi hezeyanlara kapıldıklarını, oradan da faşizmin tabanını oluşturduklarını biliyoruz.

Yukarıda kısaca ve belki oldukça yüzeysel olarak niteliklerine değindiğinmeye çalıştığım bu eski kır-yeni kent yoksullarının bir yanını bilerek boş bırakmıştım. Şimdi sırası geldi: Her türlü "kurnazlık" işe yaramadığı ve çözüm üretemediğinde, yaşam koşulları dayanılmaz ve sürdürülemez hale geldiğinde isyan! Tarih nice kanla yazılmış ve başarılı olmak bir yana, baskıların daha da artması, yığınların büsbütün yılgınlığa düşmesiyle sonuçlanmış köylü isyanlarıyla dolu.

Kent yoksulları, sınıf savaşının salt zenginlere karşı nefret üretmekle sürdürülemez olduğunun bilincine varamadığı sürece, bu mücadelenin doğru tarafında, yani işçi sınıfının yanında yer almaları mümkün olmayacaktır.

Aslında çok uzun bir süreci gerektiren ve her aşamada birbirini doğuran bu "bilinçlenme-örgütlenme-öğrenme-iktidara yürüme süreci" belli tarihsel koşullarda çok da hızlanabilir. Kanımca Türkiye işte tam da böylesi bir süreçten geçiyor. Devletin tüm kurumlarına dek her alanı abluka altına almış, bugüne dek varolan sistemi de çalışmaz hale getirerek açık diktatörlüğe doğru yürümekte olan neo-liberallerin yağmasına ve ülkeye biçtikleri kara çarşafa tepki duyan kalabalıkların sadece meydanlara çıkma cesaretini gösterenlerden ibaret olmadığını da herkes biliyor.

İşçiler başta olmak üzere bütün bu memnuniyetsiz kesimlerin, sorunun sadece AKP'den değil, aynı zamanda sistemden kaynaklandığını kavraması, o doğrultuda örgütlenerek emeğin kurtuluşuna, özgürlüğe ve ülkenin bağımsızlığına yönelik siyaseti maddi güce dönüştürmeye katılması için asıl çabayı gösterecek olanlar Komünistlerden başka kimler olabilir ki?

Şu zor dönemde komünistlere ne çok iş düşüyor!