Kıssa, hisse ve taraf tutmak üzerine

Margaret Thatcher’in ölüm haberi geldi. Yanımda biri “oh olsun, iyi ki gebermiş” deyip, onay beklercesine bana baktı. Ben daha ağzımı açmadan bir başkası itiraz etti: “Hepimiz bir gün gelecek öleceğiz. Ölüm karşısında sevinmek olmaz.” Öte yandan bir itiraz yükseldi: “Ne yani, kötülerin arkasından da vah çekip, üzülecek halimiz yok ya!”

Sınıfsal konumdan bakmayanların ömrü işte böylesi boş laflarla, anlamsız sevinç ve üzüntülerle geçip gidiyor.

Ben üzülmedim mi? Tabii üzüldüm. Ama çok daha önceleri, Thatcher denilen kadın iktidara geldiğinde üzüldüm. Herkes, “en sonunda erkek toplumunda bir kadın iktidara geldi” diye kadınlar adına alkış tutarken ben üzülmüştüm. İktidara gelenin kadın oluşuyla gözü kamaşanlar, onun İngiltere’nin en muhafazakâr -o da ne demek- en gerici, en işçi ve emekçi düşmanı kesimlerinin sözcüsü olduğunu gözden kaçırdıkları, olaylara sınıfsal açıdan bakmadıkları için de üzülmüştüm.

Nitekim o kadın, iktidara gelişiyle birlikte yirminci yüzyılın ikinci yarısında hiçbir erkeğin yapmadığı kötülükleri yaptı İngiltere’deki işçi ve emekçi yığınlara. Neo-liberal politikaların ilk öncüsü olarak, devlete ait kurumları büyük çapta özelleştirmelere açtı. Telekomünikasyon, petrol, havacılık alanlarını, içme suyu ve elektrik sağlayan yerel kurumları özel sermayeye peşkeş çekti.

Thatcher ölmüş. Umurumda değil. O zaten yıllar önce ölmüştü. Bunadığı için evinden çıkarılmıyordu. Yaşadığının bile farkında değildi.

Eğer üzülmekse, öldüğüne değil, iktidardayken İngiltere emekçilerine yaptıklarına üzülüyorum. Kadındır diye alkışlanırken, o en başta İngiltere işçi sınıfına savaş açtı. O kadın 1984’deki maden işçileri grevinin bir yıl sürmesini, böylece sendika bütçesinin çökerek başarı elde edemeden greve son vermek zorunda kalmasını sağladı. İngiltere’deki sendikal hareketin, o kadının iktidarı sırasında yitirdiği kredinin izleri günümüze dek uzayıp geldi. Burada kesiyorum, konum Thatcher değil.

Kadın demişken bir örnek daha geldi aklıma: Çiller denilen kadın iktidara geldiğinde de, Türkiye’de aynı şey olmuştu. Çokları sevinçle el çırpmıştı. Türkiye gibi bir ülkede, maço erkekler dünyasında bir kadın iktidara gelmişti. Çiller’in kadın oluşu, Doğru Yol denilen siyasal partinin ne mene bir siyasal yapı olduğunu, kimlerin sözcülüğünü yaptığını unutturuverdi çoklarına. Kadın olduğu için onu alkışlayanlar kısa zamanda hüsrana uğradılar. O kadının iktidarında karanlık güçler devlet aparatına yerleşti. Silahlı çeteler devlet hizmetinde cinayetler işledi. Burada kesiyorum, konum Çiller değil.

Söz kadınlardan açılmışken bir kadını da anayım: Federal Almanya Başbakanı Angela Merkel. O da ilk seçildiğinde, hem bilim insanı hem de kadın olduğu için daha yumuşak olacağını, daha sosyal davranacağını sananlar oldu. Halbuki, o kadın şimdi Avrupa Birliği projesinin azgın bir militanıdır. Bir zamanlar Napolyon’un, daha sonraları Bismark’ın ve Hitler’in yapamadığını gerçekleştirmek için durmaksızın koşan Alman emperyalizminin yorulmaz silahşorudur. Burada kesiyorum, konum Merkel değil.

Konum, iktidara gelen kadınlar da değil. Sadece olayları, olguları, kişilikleri sınıfsal açıdan değerlendirmediğimizde karşımıza çıkacak kötü sürprizlere sıradan birkaç örnek vermek istedim. Hangi sınıfın hizmetinde olduğuna bakmaksızın alkışlananların eninde sonunda işçi ve emekçilere ne getirdiğine birkaç kıssa. İster kadındır diye alkışlansın, ister ABD gibi bir ülkede siyahtır diye isterse ağzının köşesine demokrasi, özgürlük, barış gibi kulağa hoş gelen laflar takmış olsun. Bugüne dek bunlardan emeğin cephesine düşen hisse her zaman daha çok sömürü, daha ağır baskı, daha çok kan ve gözyaşı oldu.

Bu hisseye razı olmayanlar, şimdiden önümüzde duran sayısız kıssadan hisse çıkarmalıdırlar.

AKP’nin demagojilerine...

Anayasa tartışmalarına...

Kürt ulusal hareketinin mücadelesine...

Büyük Türkiye projesine...

Ülkemizde, bölgede ve dünyadaki tüm gelişmelere...

İşçi misin, emekçi misin, kent ya da kır yoksulu musun, aydınlıktan, sömürü ve baskının var olmadığı bir toplumsal düzenden yana bir insan mısın? Gerçekten hak ettiğin hisseyi elde etmek istiyor musun? O zaman bütün bunlara sınıfsal açıdan bakarak taraf tutmak zorundasın.

Aksi taktirde sermayenin sana biçtiği hisseye razı olmak zorunda kalacaksın.

Böylece yeni düş kırıklıkları, yeni kıssalar çıkacak ortaya.

Bir gün bu kıssalardan hisse çıkarana dek...