... en tehlikeli teröristler (devamı)

Bundan hemen önce yayımlanan yazıdan sonra soL portal okuyucularına bir borcum oluştuğu kanısındayım . O yarım kalmış yazıyı tamamlayarak borcumu ödemek istedim.

En teröristin kim olduğunu bilmek ne işimize yarayacak?

Bu türden “en teröristler”in uyguladığı terör yöntemleriyle ilgili bir ekleme yapmak istiyorum. Fakat konuya girmeden önce, terörün genel amacının ve sonuçlarının ne olduğunu anımsamakta yarar var: İkinci Emperyalist Savaş sonrası Avrupa’da dönem dönem değişik ülkelerde yükselen bireysel terör -ister soldan, ister sağdan gelsin- bugüne dek her seferinde, siyasal bilinci sınırlı olan sıradan yurttaşları korkutarak sindirmekten, böylece geniş yığınları toplumsal sorunlara yönelik tartışma ve etkinliklerden uzaklaştırmaktan başka bir işlev görmedi. (*)

Avrupa ülkelerinde özellikle 68 öğrenci hareketlerinin hemen ertesinde yükselen bireysel terör hareketleri buna en açık örneği oluşturdu. Hakim sınıfların sömürü, baskı ve haksızlıklarına karşı, barışçıl öğrenci gösterilerine polisin gereksiz şiddetine tepki olarak ortaya çıkan Bader ve Meinhof gibi, “iyi niyetli” diyebileceğimiz tepkilerin de aynı sonu hazırladığı görüldü. Dahası, İtalya, Fransa, Belçika ve Almanya’da Gladio’nun yine aynı amaçla bireysel terör senaryoları hazırlayarak bunları sahneye koyduğu bu saldırıları solun hesabına yazarak o yıllarda halkın komünist ve sol hareketlere yükselen sempatisini kırmak için kullandığı da belgelerle, İtalyan devlet başkanı Andreotti’den başlayarak birçok şahidin ifadeleriyle ispatlandı. (Bk: soL gazete’de yayımlanan Ataman Aksöyek’in Gladio üzerine yazı dizisi)

Teröristlere ve yaygınlaştırmaya çalıştıkları terör ortamına dikkat!

Türkiye Cumhuriyeti tarihinin en yığınsal ve aynı zamanda en barışçıl halk ayaklanmasına karşı yönelen polis terörünün asıl amacını ne olabilir? Amaç sadece halkı polisin gazıyla, copuyla, tutuklamalarla korkup gösterilerden uzaklaştırmak mı? Hepsi bundan mı ibaret? Yoksa, son derece barışçıl olduğu apaçık olan bu gösterilere karşı göz göre göre gereksiz bir biçimde tırmandırılan bu polis terörünün daha uzak hedefleri de olabilir mi?

Örneğin, tüm gençliklerine karşın olgunluğu ve soğukkanlılığı elden bırakmayan göstericilerin bir noktada sabır sınırlarını aşarak polisin terörüne aynı şekilde yanıt vermeye başlamaları beklenmekte olabilir mi? Bu saldırıların asıl amacı, bir polisin gencecik bir göstericiyi yakın mesafeden kafasına ateş ederek öldürdüğüne şahit olan yakın arkadaşlarını, aynı araçlarla yanıt verme yolları aramaya itmek olmasın sakın?

“Erdoğan istifa!” diye ayağa kalkan göstericilerin tümü i-n-s-a-n-d-ı-r! Bunların her biri salt kemik ve kastan ibaret olmayan, aynı zamanda sinirsel-zihinsel-ruhsal-psijik, son derece karmaşık bir sistemin yönetiminde, düşünce ve duygularıyla hareket eden canlı varlıklardır. Bu sistemi oluşturan unsurların dayanma sınırları vardır. Göstericilerin çoğunluğunun genç ve protesto hareketlerinde henüz deney biriktirmeye başlamış “deli kanlı” olduğu da gözönünde bulundurulursa...

Adam önce sövüyor. Sonra iftira atıyor. Sözle yapılabilecek her türden aşağılama ve kışkırtıyı deniyor. (Sokakta biri bir diğerine söylese kesin kavga çıkar.) O da yetmiyor, polisini gönderiyor. O da yetmiyor, sivillerini ortalığa salıyor. Gaz, kimyalı su, plastik mermi... Psikopat olduğu kuşkusu yaratan üniformalıların dördü beşi ellerine geçeni alabildiğine dövüyor... Sadist davranışlar gösteren polisler tutukladıklarını otobüslere doldurduktan sonra araçların içine gaz sıkıyor, kapı ve pencereleri sıkıca kapatarak içerdekileri ölüm sınırına getiriyor. Uzatmayayım, yaşayanlar biliyor...

Bunu yapan polislerin her biri tek tek psikopat, sadist, ruhsal hastalıklı insanlar mı? Yoksa... Yoksa ısrarla bu tür eylemlerle göstericileri itmek istedikleri bir yer mi var?

Türkiye 60’lı, 70’li yıllarda da yeterince terör olayı yaşadı. 60’lı yıllarda ilk silahlı saldırıların Türkeş’in komando kamplarında yetişmiş faşist sürüleri tarafından sola karşı başlatıldığını kim anımsıyor? 70’li yıllarda keza. O yıllarda hızla yükselen ve tarihinde olmadığınca yığınsallaşan işçi hareketini, sendikal direnişleri, soldaki yığınsal gençlik ve kadın hareketlerini, aydın hareketini (o zamanlar ne “liboş” kavramı biliniyordu, ne “yetmez ama evet”çi, ne de bilgi biriktirip, bu bilgileri çöplüğe dönüştürmüş gericilik hizmetkârları vardı aydın olmanın kıstası aynı zamanda solcu olmaktı) ne yasaklar, ne polis-jandarmayla durdurabilirdi. Ama terör sayesinde durdurmak mümkün oldu. Ordunun gücüne dayanarak devleti ele geçiren faşist generaller bu eylemlerini “teröre son vermek” bahanesiyle halka pazarladılar. Böylece geniş bir yurttaş kesiminden kabul gördüklerini teslim etmek gerekir. O yıllarda terör hızla nasıl yaygınlaştı, kimler tarafından tırmandırıldı, ve 13 Eylül gününden itibaren nasıl oldu da bıçakla kesilir gibi kesildi? (Amacım bu konuyu irdelemek değil, sadece bir anımsatma yapmak istedim.)

Kaskını çıkarıp, copunu bırakanlara dikkat!

Kalkanlarının ardına gizlenen, kaskıyla kafasını örten, elindeki silaha güvenen polisler göstericilerin karşısına dikildiğinde, Tomalarıyla, akrepleriyle falan hücum edeceklerini artık biliyoruz. Bu durum göstericiler için ciddi bir tehlike oluşturuyor. Ancak bundan çok daha büyük tehlikenin, kaskını çıkarmış, copunu karakolda bırakmış, böylece göstericiler arasına karışmış birilerinin oluşturabileceğini bilmekte büyük yarar var. Birden en “dinamik”, en “devrimci”, en “atılgan”, en “kahraman” bir şekilde ortaya çıkan bugüne dek barışçıllığı elden bırakmadan, dahası eşi görülmemiş bir mizahla polisin terörü karşısında durmaktan vazgeçmeyen yığının arasından sıyrılarak, polise polisin yöntem ve araçlarıyla yanıt vermeye başlayan birileri çıkabilir.

Bir önceki yazımda ipucunu verdiğim teröristler, halk isyanını kırabilmenin et etkin yönteminin bu olduğunu bilmektedirler. Bugüne dek yaptıkları kışkırtmaların işe yaramadığını gördükten sonra pek yakında bu yöntemi de deneyeceklerinden hiçbir kuşkum yok! (“En teröristlere” işaret etmiştim. Bunlara da göz kulak olmayı anımsatmayı borç bildim.)

* * *

Gösteriler sürmelidir ve sürecektir!

Ancak, halkın böylesi kalkışlarda bireysel teröre yatkın “sözde kahramanlara” değil, direnişlerde en önde yürüyerek başı çekecek, yığınlara yön ve cesaret verecek “gerçek kahramanlara” gereksinimi vardır. Bu tür kahramanlar da ancak örgütlü mücadelenin içinden çıkarlar. Örgüt derken, üç-beş kendini bilmezin yanyana gelip,“örgüt” adını verdiği bir “şey”den bahsetmiyorum. Bu, uzun vadeli siyasal mücadelenin yol ve yöntemlerini bilen toplumda güvensizlik ve korku yaratmak değil, tam aksine, giderek özgüveni yükselen bilinçli bireylerin yanyana geldiği örgütlü mücadeleden doğacak güce inanan ve disiplinle bunu oluşturmak için mücadele eden bir siyasal örgüttür. Ancak böylesi bir örgüt gerçek bir öncü olarak yığınları hedefe doğru adım adım götürerek utkuya ulaştırabilir.

Bu öncülük için benim adayım mı? Tabii ki, Türkiye Komünist Partisi!

(*) Tarihte kimi zaman çok kendine özgü tarihsel-toplumsal-siyasal koşullarda ortaya çıkan, arkasına halkın geniş kesimlerinin desteğini de almayı başarmış örgütlü devrimci terörü ayrı tutmak gerektiğini unutmaksızın...