Emperyalizmin 5. kolları üzerine

Türkiye'yi emperyalist odakların ekonomik ve siyasal etkisine açan, bunlarla içli dışlı olan ve ülkelerinin tüm zenginliklerini bu odaklara yağmalatan, bu arada kendi kasalarını da dolduranlar üzerine yıllardır konuşuluyor, yazılıyor. Bunların çoğu şu anda iktidar odaklarına yerleşmiş, ABD'ye ve onun taşeronluğuna soyunmuş olanlar üzerine. Sadece bunlar mı var? Ya başka bir emperyalist odakla kucaklaşma sevdasında olanlar?

Avrupa Birliği'ne girerek Türkiye'yi demokratikleşme beklentisi içinde olanları kastediyorum. Bu hayal peşinde koşanları da yukarıdakilerin kategorisine sokmadan önce, ve bir kez daha, savundukları Avrupa Birliği'nin ne mene bir şey olduğunu yazmayı görev biliyorum. Ve...

Sözü, AB'nin başını çeken ülkeden –Federal Almanya'dan- yükselen bir sese, Alman Komünist Partisi'nin Avrupa gerçeklerini dile getirdiği bir belgeye, “AB Parlamento Seçimleri Programı”na bırakıyor, dikkatle ve ibretle okumanızı rica ediyorum:

“Çoğu insan Avrupa’nın birleşmesine büyük umutlarla bakıyordu. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra, sürekli barış ve yaşam düzeylerini yükseltecek olan ekonomik kalkınma umutlarını ona bağlamıştı. Buna karşın, gerçek başka türlü görünüyor. Bugün Avrupa genelindeki duruma damgasını vuran, yığınsal işsizlik, yükselen sefalet ve gelecekten korkudur.”

„Kapitalizm zengin ülkelerde bile işçi sınıfına ve halkın diğer çalışan katmanlarına güvenli ve onurlu bir yaşam sunacak durumda değil. Hükmedenlerin bankaları kurtarma şemsiyesi – vergi anlaşması, Avrupa‘yı sağlamlaştırma mekanizmaları ve Avrupa Merkez Bankası’nın para politikası, katı tasarruf dayatmaları- krizi derinleştirmekle kalmadı, belediyelerin, çalışanların iş ve yaşam koşullarının kötüleşmesine ve demokrasinin yıkımının daha da güçlenmesine yol açtı. (…) Çoğu gençler perspektifsiz ucuz işçiler ve taşeronlar gibi, başta kadınlar olmak üzere yaşlılıkta yoksullaşanların da sayısı yükseldi.”

“... Eğitim ve kültür giderek daha az sayıda insanın ayrıcalığı haline geliyor. Korku ve güvensizlik büyüyor. Sadece kadınların değil, özgürleşme yolundaki en genel kazanımlar geriletiliyor.”
“Hükmedenler tüm araçlarla (sermayenin politikasına karşı) direnişi bölmeye çalışıyorlar. Bu nedenle milliyetçiliği, ırkçılığı, göçmenlere karşı nefreti destekliyorlar.“

“Burjuvazi, en başta Güney ve Güneybatı Avrupa’da yükselen sendikal ve toplumsal direnişe karşı kendi baskı mekanizmalarını kuruyor. (...) izleme yaygınlaştırılıyor, gösteri ve grev haklarına saldırılıyor, polis protetoculara daha da şiddetle saldırtılıyor, askeri birliklerin ülke içinde kullanılmasına hazırlanılıyor.”

„Bu Avrupa Birliği’ne hayır! Üçlü paktın diktasına hayır!” başlığı altındaki bölümde de AB'nin gerçek yüzünü okuyoruz:

„Avrupa Birliği, Avrupa’daki en büyük bankaların ve tekellerin çıkarlarını gerçekleştirmek için kuruldu. Bunlar Avrupa’daki 490 milyon insanın kaderini belirliyor. AB demokratik olarak birleşmiş bir federal devlet değil, arkalarına küçük kapitalist devletlerin takıldığı emperyalist ülkelerin birliğidir. Böylece yeni bir uluslararası devlet tekelci kapitalizm biçimi oluştu.Buna yön veren, küçük üye ülkelerin halklarını gittikçe daha çok hiçe sayan Alman ve Fransız büyük kapitalistleridir. Brüksel bürokrasisi bu büyük bankaların ve tekellerin çıkarlarına göre hareket etmektedir.

“Bunların hedefi, dünya pazarındaki politik ve ekonomik rollerini AB’nin yardımıyla büyütmektir. (...) İşçi sınıfının gereksinimlerine hiçbir önem vermeksizin kendi çıkarlarını dayatıyorlar. Bunlara göre işçi hareketinin geçmişte mücadelesini verdiği toplumsal, ökolojik ve politik (örneğin sağlık, eğitim, meslek eğitimi ve çalışma hakkı alanındaki) haklar yok edilmelidir. Bu proje Atlantiğin her iki tarafındaki tüm çalışanlar için büyük bir tehlike arzediyor.”

(...)

“Kriz sürecinde giderek daha çok AB üyesi ülke dev borçlar biriktirerek yıkılacak duruma geldi. Konjüktür programları ve sözde sisteme bağlı olan bankaların kurtarılması, Almanya’yı da en başta çalışan nüfusun, işsizlerin, emeklilerin çoğunluğunun, serbest meslek sahiplerinin, küçük ve orta işletmelerin sırtına yüklenen devlet borçları altına soktu.

“Fakat en başta Güney ve Güneybatı Avrupa ülkelerinin borçları yükseldi. AB’den ve Avrupa Merkez Bankası’ndan aldıkları borçlara karşılık olarak bağımsızlıklarını sınırlanmaya zorlandılar. Bunlar –en başta Alman baskısı ve Alman çıkarları için- o ülkelerdeki burjuvazinin de suç ortaklığı sayesinde kabul edilen çok katı bir tasarruf politikasına, dolayısıyla fakirleştirme yoluna zorlandılar.

“Avrupa Merkez Bankası (EZB), AB Komisyonu ve uluslararası Para Fonu şantajcı bir üçlü oluşturuyor ve kamu hizmetlerinde işyerlerinin geniş çapta yok edilmesini, emekli maaşlarının, ücretlerin, ve sosyal hizmetlerin kısılmasını, devlet kurumlarının özelleştirilmesini dayatıyorlar. Bu politika, dev boyutlarda işten çıkarmalar ve fakirleşme dalgası yaratırken diğer yanda sermayeye yeni yatırım alanları açtı.“

(…)

“Aşırı borçlanan ve yoksullaşan devletlere verilen borçlar onların ekonomik ve toplumsal ilerlemesine hizmet etmiyor. Büyük bankaların ve büyük yatırımcıların – en başta büyük Alman bankalarının ve diğer kredi verenlerin kasalarına akıyor.”

(...)

“Kriz rekabeti keskinleştirdi. Ulusal zenginliklerini, endüstrilerini ve hammaddelerini büyük tekellerin yağmasına terk etmek istemeyen ülkelere boyun endirmek için tek başına ekonomik baskı yetmiyor. AB kendi ilkelerine karşı, Ukrayna gibi birliğe girme isteği gösteren ülkeler Brüksel’in emirlerine çekince gösterdiği andan itibaren -çn) ağır bir şekilde içişlerine karışmaktan çekinmiyor. Ukrayna örneğinde bu iş, faşist güçlerin ve teröristlerin politik ve lojistik donanımını da içerdi.

“Kaynaklar, etki alanları ve emniyet altına alınmış geçiş yolları üzerine çıkarları gerçekleştirmek için askersel müdahale ve savaş AB’nin başta gelen ülkeleri için normal hale geldi.”

(...)

“Avrupa Parlamentosu AB Komisyonu üyelerini aktif olarak belirleyememektedir. Dolaysız insiyatif hakkına sahip değildir, bu nedenle kendi yasa tasarılarını hazırlayamamaktadır. (...) Brüksel’deki merkezi iktidarın idari organları, AB’nin ekonomik olarak en güçlü ülkelerinin hakimiyetindedir. Politikayı büyük bankalar ve tekeller belirlemektedir.

“Ulusal parlamentoların hakları kaldırılmakta, ulusal bağımsızlıklar sınırlanmaktadır.
Demokratik ve siyasal hakların budanması tüm Avrupa’da yoğun bir şekilde çoğalmaktadır. Aksi taktirde krizin yükü birçok ülkelerdeki halkların üstüne yıkılamaz.
“İş yaşamı ve demokratik temel haklar yok ediliyor, baskıcı bir güvenlik devleti kuruluyor. Gizli servislerin yolu açılıyor. Polis devletinin kamusal alandaki telefon ve Internet bağlantılarını gözetlemesi bugüne dek hayal edilemeyecek boyutlara ulaştı. Mesken ve posta gizliliğinin dokunulmazlığı sadece kağıt üstünde kaldı. Pasaportlar, sağlık sigortası kartları, elektronik bildirim kayıtları „şeffaflaşmış yurttaşlar“ yaratıyor. Gösteri ve grev hakkı Avrupa çapında hiçe sayılıyor ve kaldırılıyor. Polis ve gizli servisin birbirinden ayrılması -faşizm deneylerini anımsatacak şekilde- bir tarafa itiliyor.”
- - -

AB'nin, Tayyip Erdoğan'ın ülkeyi açık bir faşist diktatörlüğe götürme çabalarına karşı olduğunu sananlar... “AB'ye girelim demokratikleşelim” diyenler...

Eğer 5. kol değilseniz, bunları gerçekten safiyane bir umutla söylüyorsanız, hemen şimdi...

www.tkp-almanya.de/türkce/ana-sayfa/dkp-euwahl2014/ adresini tıklayın.

Avrupa'daki yaşamın gerçekliğini, AB'nin başını çeken emperyalist güçlerin politikasını gözler önüne seren bu belgenin tamamını lütfen dikkatle okuyun.

Heyecanlı bir polisiye roman gibi... AB sözcüleri mi, yoksa bu belgeyi hazırlayan komünistler mi yalan söylüyor diye meraka düşenler, Avrupa'da yaşamakta ve çalışmakta olan işçilere sormalıdır. (Artık neredeyse herkesin bir akrabası, hemşehrisi ya da tanıdığı var, oradan gelen.) Bunların siyasal bilinç sahibi insanlar olması da asla gerekmiyor. Hani sohbet edercesine yaşamlarıyla, işyerleriyle, çocuklarının okullarıyla, oturdukları mahalledeki çocuk bahçesiyle vb ilgili, son derece sıradan, günlük yaşamın “bayağılıklarıyla” ilgili sorulara verecekleri yanıtlar yeterlidir.)

Son bir not: Bu belgede yazılanları okuyanlar, Türkiye'deki gelişmelere paralelliğini kurarken bir noktayı daha akıldan çıkarmamalıdırlar: AB emperyalizmini oluşturan güçlerin arkasında, çokların asıl suçlu olarak gösterdiği, borsa spekülasyonları yapan çekirge sermayeler değil, 20. YY başından bu yana çoğunun adı bile değişmemiş olan bankalar, sigorta şirketleri ve tekeller bulunmaktadır. Bunlar, Avrupa'da önce İtalya sonra da Almanya'da ve İspanya'da faşizmin iktidara gelmesine destek olan odaklardır. Alman Nazi'lerinin Fransa, İngiltere, Hollanda ve ABD'nin sadece gözleri önünde değil, yer yer onların da doğrudan ve dolaylı desteğini alarak iktidara tırmanmış olması, bu güçlerin ne denli sinsi, iki yüzlü, her türlü ahlâktan yoksun olduğunun göstergesidir.

Hâlâ “AB” demeye devam ediyorsanız, yazımın başlığını kartvizitinize bastırabilirsiniz.