Yavuz Selim Alevi katliamı yapmadı mı?

İstanbul Boğazı'nda yeni bir çevre katliamı yaratan 3. Köprü'ye Alevi katili Yavuz Sultan Selim'in adının verilmesini meşrulaştırmak isteyen Türk-İslam sentezci gericiler şimdi koro halinde “Yavuz Alevi Katliamı Yapmadı” diyorlar. İktidarın reklamla beslediği tarih dergilerinden Derin Tarih denen varakparede bu başlıklı bir dosya yayımlandı Eylül 2013 sayısında. “Tüm Bildikleriniz Tarih Olacak” gibi iddialı bir altbaşlıkla çıkan bu derginin sahibi Mustafa Albayrak bilindiği gibi AKP'nin yeni zenginlerinden. Genel Yayın Mustafa Armağan da Osmanlı hayranı bir amatör kalemşör. Derginin Eylül 2013 sayısında BİM, İstikbal Mobilya, Garanti Bankası, TEB, Al Baraka, Ziraat Bankası, Halkbank, Şekerbank, Vodafon, Avea, Türk Telekom, TTNET ve THY birer tam sayfa İstanbul Büyükşehir Belediyesi ve Timaş Yayınları da ikişer tam sayfa reklam vermişler. Ekim sayısında da reklamlar yeni katılımlarla devam etmiş. Maşallah, ne büyük bir teveccüh değil mi! Türkiye'de bu kadar reklama gark olan başka bir tarih dergisi var mı acaba? İktidarın zoruyla kamu kurumları ve özel şirketlerden işte böyle besleniyor bizim tosuncuklar! Tabii bu sadece açıktan gördüğümüz reklam desteği. İslamcıların 1950'lerdeki üstadı Necip Fazıl Kısakürek gibi bunların da örtülü ödenekten beslenip beslenmediğini henüz bilmiyoruz!

Şimdi gelelim iddiaya. Genelde Osmanlı'nın resmi kayıtlarını kayıtsız şartsız doğru kabul edip Osmanlı'nın valisinin, paşasının, vakanüvisinin, dalkavuğunun dediğini gerçeğin ta kendisi sayan Türk-İslam sentezci tarihçiler iş katledilen Alevilerin sayısına gelince birden bire eleştirel bir tavır içine girmişler. Keşke bu eleştirelliği her konuda sürdürebilseler! Yavuz'un 40 bin Kızılbaş Aleviyi öldürttüğü bilgisinin kaynağının İdris-i Bitlisi'nin notlarını düzenlemiş olan oğlu Ebulfazl Mehmed Çelebi'nin Selimşahname adlı eseri olduğunu, sonraki tarihçilerin bu kaynaktan alıntı yapmış olduğunu söyleyip buradaki 40 bin sayısının abartılı olduğunu öne sürüyorlar. O devirde iktidara yaranmak için bu türden abartılı ifadelerin moda olduğunu öne sürüyorlar. Ardından 40 bin kişinin çok büyük bir nüfus olduğunu ve bir yıl içinde böyle bir nüfusun defterini yapıp İstanbul'a gönderip sonra da katledilmesinin mümkün olmadığından dem vuruyorlar. Nihayet Osmanlı'da vergi kayıtlarının çok titiz tutulduğunu ve bu kadar büyük bir nüfus kaybı olsaydı bunun tahrir defterlerine yansımış olacağını halbuki böyle bir şey olmadığını öne sürüyorlar. Bunlara ek olarak Şah İsmail'in de onbinlerce Sünniyi katletmiş olduğunu söyleyerek durumu dengelemeye çalışıyorlar. Şimdi bu iddiaları tek tek ele alalım.

Birincisi, bir an için 40 bin sayısında abartma olduğunu kabul etsek bile bu neyi değiştirir ki? 40 bin değil de 20 bin olsa hatta 4 bin olsa yine katliam değil mi? Sayılar önemsizdir demiyorum, elbette ki çok önemlidir, ancak burada tam sayıyı bilmesek de katliam olduğunu biliyoruz, çünkü kaynaklar İdris-i Bitlisi'nin oğlundan ibaret değil. Yavuz'un ve oğlu Süleyman'ın kazaskerleri ve şeyhülislamları Sarıgüzel Hamza, İbni Kemal, Ebussuud ve Esad efendilerin ve yine ulemadan başka zatların verdiği Kızılbaşların katli vaciptir fetvaları ne olacak? Kendi kardeşlerine acımayan Osmanlı Alevilere mi acıyacaktı? Bu fetvalar öyle bir nefret diliyle ve öyle bir ayrıntıyla yazılmıştır ki bütün Osmanlı tarihinde bunlardan daha şiddetlisi yoktur! Bunlara göre Aleviler teslim olsalar bile öldürülmeli, kadın ve çocukları ve bütün malları ganimet edilmelidir! Alevi halkının yüzyıllardır çocuklarına Yavuz adını vermeyişinin sebebi birilerinin yazdığı abartılı bir kitap falan değildir, kimse yalan dolu bir kitap yazarak milyonlarca insanı aldatamaz, bu bilgi babadan oğula devredilen sözlü bir bilgidir. Burada bu tarihçilerin çifte standardı çok açıktır. Örneğin Rusların sadece Ardahan köylerinde 40 bin Müslümanı katlettiği gibi fantastik iddiaları ve benzeri iddiaları kabul ederken hiçbir soru sormayan İslamcı tarihçiler bütün Anadolu'daki Alevi katliamı için 40 bin sayısını abartılı bulmaktadırlar.

İkincisi, Osmanlı vergi kayıtları eksiksiz değildir ve yapılmış olan kayıtların da hepsi günümüze ulaşmamıştır ya da Osmanlı arşivinde henüz kullanıma açılmış değildir. Tam da Yavuz'un katliam yaptığı 1513-14 yıllarının öncesi ve hemen sonrasına ait tahrir defterleri yoktur. Bu defterler elimizde olsaydı karşılaştırma yapabilirdik. Örneğin bugünkü Dersim'i içeren Çemişgezek sancağına ait ilk tahrir 1518 yılında yapılmıştır. Yani aradan dört yıl geçmiştir. Ayrıca bu defterlerdeki bilgilerin gerçeği ne kadar yansıttığı, masa başında mı yoksa köyleri gezerek mi yazıldığı şüphelidir. Nitekim kendisi de muhafazar İslamcı bir tarihçi olan Prof. Dr. Mehmet Ali Ünal XVI. Yüzyılda Çemişgezek Sancağı adlı eserinde şöyle yazıyor: “1518 tarihli deftere göre gerek Kızuçan ve gerekse Gürzelik nahiyelerine bağlı köylerin tamamı Allahverdi adlı Ekrad beylerinden birinin zeametine dahildir. İlk tahrir yapıldığı sırada nahiye henüz Safevilerle Osmanlılar arasında sınır teşkil ettiğinden ve iki devlet arasındaki çatışmalar sona ermemiş olduğundan tahrir heyeti bizzat bölgeye gidememiş ve mahsulatları ile vergi mükelleflerinin isimleri yazılamamıştır.” (Ünal, agy, Ankara: TTK, 1999, sf. 30).

Üçüncüsü, hiç şüphesiz Şah İsmail de Yavuz gibi bir katildir. İkisi arasında tercih yapmak zorunda değiliz. Her ikisi de iktidar mücaledesinde dini kullanmıştır. Sonuçta tam sayısını bilmesek de Yavuz ve Kanuni zamanında Anadolu'da binlerce Alevi öldürülmüştür. Osmanlı'nın Aleviler ve Kürtler için kullandığı sıfatlar yüzlerce resmi belgede yer alan “Kızılbaş-ı bedmaaş” ve “Ekrad-ı bednihad” ve benzeri ifadelerden anlaşılacağı gibi her zaman olumsuzdur. Bugün Alevi katliamının sayısını küçültme çabaları aslında milliyetçiliğin klasik ikiyüzlü tavrıdır. Kendini güçlü hissettiği zamanda veya özel sohbetlerde “astım kestim yaptım gerekirse yine yaparım” diyerek övünen milliyetçi tosunlar iş sıkıya binince veya kamu önünde bu sefer “aslında biz o kadar kesmedik, biz biraz abartmışız” veya “asıl mağdur biziz” demeye başlarlar.