Türkiye neden tepkisiz?

Savcıların yerlerinin yürütme tarafından teker teker değiştirildiği, savcılar ile emniyet mensuplarının kavga ettiği, hükümet üyelerinin yolsuzluklarını haber yapan kanallara RTÜK’ün ceza verdiği, yolsuzlukları ortaya çıkaran yargı mensuplarının görev yerlerinin değiştirildiği, iktidarın kontrolü kaybedip daha fazla faşizme kaydığı bir ülkeden bahsediyoruz. Hükümet üyeleri ise sürekli mağdur durumda, kendilerine komplo kurulduğundan şikâyetçiler.
Hatta kendilerine darbe yapıldığından söz etmekteler. Bu tür yorumları başka birisi söylese ciddiye almak mümkün değil ama maalesef bu sözler ülkeyi yönetenlerden geliyor. Seviyenin bu kadar aşağılara düştüğü bir ülkede akıllı uslu yorumlar yapmak hakikaten gittikçe zorlaşıyor. Dolayısıyla işin bu tarafına girmeyeceğiz. Bugün aradığımız soru neden tüm bu yolsuzluklara bulanmış hükümeti kamuoyu dediğimiz Türkiye’de yaşayanlar desteklemektedir? En azından son seçim anketleri bunu göstermektedir.

Aslında birçok nedeni vardır tabii ki, ama bu durumu küresel ekonomik yapıyla ilişkilendirmeye çalışacağız. Buradan yola çıkarak küresel ekonomiye dâhil olan veya olmakta olan az gelişmiş ülkelerde ki çalışanlar, esnek, kayıtsız ve kuralsız iş gücü piyasaların içinde debelenirken, doğrudan kendi yaşamlarını ilgilendirmeyen alanlara ilgi göstermediklerinden bahsedeceğiz. Sorun sadece Türkiye’ye özgü değil. Kısaca küresel ekonomilere dâhil olan ülkelerin iş gücü piyasalarının neo-liberal politikalar çerçevesinde gittikçe daha fazla esnekleşmesi, insanları her türlü kuralsızlığı olağan görmelerine sebep olmaktadır. Dolayısıyla her türlü yolsuzluk artık olağan karşılanır durumdadır. Para mefhumunun sosyal yaşamın tek hâkimi olması, onu elde etmenin yollarının da daha fazla kuralsızlaştırılması, kişileri hem özel sektörün hem siyasal erkin yolsuzluk gibi konularına daha az duyarlı olmaya neden olmaktadır. Buna bir de kürselleşmenin kendi piyasa aktörlerine dayanan ulus-devletini kurarak, kamuculuğu, sosyal devletçiliği yıkmasıyla beraber, sosyal güvenlik şemsiyesinden daha da az yararlanan bireylerin gelirleri ve harcamaları, ülkenin siyasal sorunlarından çok daha önemli bir hal almaya başlamıştır. Çünkü son tahlilde siyasal erkin, özel sektörün etik-dışı davranış göstermesi, bireylerin kazançlarına ve harcamalarına olumsuz bir etki yaratmamaktadır. Üstelik kişilerin sosyal ilişki ağlarının çıkar ve piyasa tarafından şekillenir olması ve bürokratik kurallardan gittikçe daha fazla soyutlanması, bireyin gerçek yaşamında yolsuzluğun birçok türlerini görmesine vesile olmaktadır. Bu bakımdan artık hırsızlık sıradanlaşmakta ve hayatın bir parçası olarak telaki edilmeye başlanılmaktadır. Bu bakımdan ekonomik büyümenin olduğu ülkelerde yolsuzluk yapan iktidarlar toplum tarafından çok fazla tepki çekmemektedir. Türkiye’de olduğu gibi toplum, yolsuzluk iddialarına, en azından kamuoyu yoklamalarından anladığımız kadarıyla fazla tepki göstermemiştir.

İLO’nun 2013 tarihli Enformelliği ölçmek başlıklı raporunda, 2000’li yıllarda enformel sektörün Doğu Avrupa’da tarım dışı sektörler içindeki payının ortalama %14 olduğunu, Afrika ülkelerinde ise %50’ye kadar yükseldiğini göstermektedir. Tarım dışı enformel sektörde çalışanların toplam çalışanlara oranı ise Güney Asya’da %82, Orta Afrika’da %66 ve Latin Amerika ülkelerinde %51’dir. Aynı rapor Türkiye’deki oranı %31 olarak tespit etmektedir. Yani kısacası Türkiye’de her üç çalışandan biri, Latin Amerika’da her iki çalışandan biri sosyal güvenliksiz, geleceği belirsiz işlerde çalışmaktadır. Bu durum işin bir bölümüdür.

İkinci tarafı ise bu tür sadece üretim maliyetlerini aşağı çekmek için emeğin durumunu hiç düşünmeyen, insafsız ve kuralsız ekonomik yapılar, birçok sağ ve aşırı sağ eğilimli politikacının at koşturduğu alanlar olmuştur. Yani kısacası günümüzde birçok ülkede uygulanmakta olan neo-liberal politikalar aynı zamanda aşırı sağ siyasetçinin, gayri-ahlaki siyaset biçimlerinin güçlenmesine de vesile olmuştur. En büyük hakem kamuoyu olduğuna göre, siyasal iktidarlar halktan başka kimseye hesap vermeyeceklerini düşünmektedir. Var olan kuralsız düzende kamuoyunu etkilemenin araçları da ortalama halkın anlayacağı dilden, duygulara hitap etmek ve çoğu zaman mağduru oynamaktır. Bunun için görsel basın, bu mizanseni topluma iletmekte yardımcı rolde yer almaktadır. Bu aşamada halk zaten siyasal erk’ten ahlaki bir tutum sergilemesini beklememektedir. Küresel piyasaların pompaladığı yabancı sermaye ülke içine gelmesi halkın borçlanarak harcama yapmasını sağladığı sürece her türlü esnek iş piyasaları ve enformel sektördeki kötü çalışma koşulları emekçiler tarafından kabul görecektir. Kuralsız iş gücü piyasalarında sömürülen emekçiler, siyasal iktidarın her türlü yolsuzluğunu ve hırsızlığını, borçla harcamaları sürdükçe, mazur görebileceklerdir. Bu süreci terse çevirecek tek durum bir borç krizidir. Merkez kapitalist ülkeler ve küresel piyasalar buna izin verir mi? Şimdilik vermez.

Türkiye’de Erdoğan, özellikle Gezi olaylarından sonra, kendisine sadece kendisine bir siyasal alan açmayı başarmıştır. AKP’den ayrı, her türlü darbeye, komploya karşı korunmaya muhtaç bir Erdoğan vakası vardır. Meydanlarda bangır bangır bağırdığı ve toplumu Ayyaşlar, çapulcular ile diğer makbul vatandaşlar olarak ayırdığı konuşmasında Türkiye’yi iki kanada bölmeyi başarmıştır. Böylece kendi %50 oyunu kemikleştirmeyi şimdilik becerebilmiştir. Bu kişiler için Erdoğan ne pahasına olursa olsun korunması gereken bir önemli kişidir. Onun yaratmış olduğu bu insan kültünü yolsuzluk iddiaları vs… azaltmayacaktır. Yukarıda da değinildiği üzere, hırsızlık, yolsuzluk günlük hayatın olağan akışında yer almaktadır zaten. Peki, ne yapmalı? Her ne şekilde olursa olsun, ister pozitif bilimcilik adına, ister gerçekçilik adına ekonomide hırsızlığı, yolsuzluğu, gayri ahlaklılığı bir veri olarak kabul etmememiz lazım geliyor. Her koşulda doğruluktan ve dürüstlükten ne pahasına olursa olsun ödün vermememiz gerekiyor. Bunu yanında emekten yana, eşitlikçi düzenden şüphe duymadan fikri mücadeleye “liberalizmin açmazlarını” göstererek devam etmemiz gerekiyor. Galatasaray Üniversitesi, GİAM bünyesinde düzenlenen “Liberalizmi yeniden düşünmek” seminerlerinin ikinci dönemde de devam edeceğini bu vesileyle hatırlatmayı kendime bir borç bilirim.