Eric Besson, faşist avcıları ve linç kültürü

Doğrudan konuya girmek gerekirse, “Türkiye'deki TC vatandaşlarının ulusal kimliklerini yeniden pekiştirmek için bazı önlemler almanın artık elzem olduğunu söyleyebiliriz. Bunun için örneğin ilk olarak tüm TC vatandaşlarına istiklal marşımızı öğretip en azından yılda bir defa olmak üzere söylemelerini sağlamalıyız. Diğer bir önlem 18 yaşına gelmiş her TC vatandaşından kendi hak ve TC devletine karşı olan ödevlerini hatırlatan bir belgeye imza atmalarını sağlamalıyız”.

Şimdi bu satırları okuyanların tüyleri diken diken olmuştur değil mi? Bu sözleri Türkiye'de dillendiren var mı bilmiyorum ama Avrupa Birliği'nde Besson adında bir Fransız bakan, Sarkozy'nin destekleriyle yukarıdaki tüyler ürpertici sözleri kendi ülkesinin vatandaşları için tam gaz dile getirmekte ve bu konuyla ilgili Fransa'da yasa tasarısı hazırlamaktadır. Türkiye'de solcular, yurtseverler arasında Nazi avcılığı yapanlar, faşizmi hem Türkiye'de hem de dışarıda doğru adreslerde aramaları gerekir. Türkiye'de o adreslerin neresi olduğunu liberaller bilmese de herkes bilmektedir. Yurt dışında ise yine bu Mc Carthy'ci liberaller Nazileri gene yanlış adreste ararlar. Örneğin Küba'da ararlar, Venezuela'da ararlar... Oysa faşizm burunlarının dibindedir göremezler, aslında görmek istemezler... Çünkü görmek istemedikleri şey, Türkiye için kurtuluş gördükleri AB'de cereyan etmektedir. O şey'de açık faşizmdir. Avrupa'da bir çok ülkede yabancılara karşı uygulamaya sokulan tedbirler, doğrudan yabancıların yaşamlarını kısıtlamaya yöneliktir. Örnekler o kadar çok ki hangisini sayalım? Kaçak yoldan AB ülkelerine girmiş olanların yakalandıktan sonra herkesten tecrit edilmiş kamplarda çoluk, çocuk tutulup daha sonra sınır dışı edilmelerinden mi bahsedelim? Türkiye gibi ne tenleri tenlerine uygun, ne dilleri dillerine uygun, ne dinleri dinlerine uygun ülkelerden gelmek isteyenlerin gelmelerini engellemek için vize dahil her türlü tedbiri almalarından mı bahsetsek? Ya da bir çok AB ülkesinde cami, kundaklamalarından mı söz etsek? Avrupa'da kara tenli yabancılara karşı bir linç kampanyası devam etmekte. Sadece Avrupa'da değil tabii, Türkiye'de de kara tenlilere karşı bir linç girişimidir gidiyor. En son ki örneği Edirne'de ki bir takım sol gruplarla bir grup Edirneliler arasında yaşandı. İkisi de vahim, fakat Türkiye'de nedense sadece Edirne konuşulmakta, Bresson'un Fransa'daki faşizan yasa girişimi neredeyse unutulmaktadır. Oysa Fransa, bir çok vatandaşımızın yaşadığı bir ülkedir, üstelik bizim de girmek için can attığımız AB ülkesidir. Dolayısıyla Türkiye medyası, yazarlar, çizerler olayların daha da üzerinde durmaları gerekirdi. Durum öyle değil maalesef.

Fransa'da Bresson'un başlattığı ve Sarkozy'nin arkasında durduğu ulusal kimlik tartışmalarında herkes hükumetten aldıkları cesaretle eteğindeki tüm taşları dökmeye başladı. Örneğin Şehircilik bakanı Fadela Amara, Fransa'da sokaklarda Burka'yı yasaklayalım diyerek yabancılara yeni bir yasak daha getirmektedir. Bu meselenin Türkiye gibi siyasi kaygılarla olduğunu söylemek çok güç. Çünkü Fransa'da bizim çarşafa benzeyen Burka giyenlerin hem toplum içindeki oranı çok küçüktür, hem de siyasi İslam oralarda iktidarı ele geçirebilecek anlamda bir tehlike arz etmemektedir. Diğer yandan Türkiye'de okullarda çarşaf ve türban takmanın eskiden olduğu gibi yasak olması gerektiği düşünülürken, Fransa daha çok sokakta yasaklamak istemektedir. Dolayısıyla mesele kamusal alanlarda dini çağrıştıran herhangi giyim, kuşam ve dini sembollerin laik toplum yapısını bozacağını, vatandaşlar arasındaki eşitliği zedeleyeceği ilkesinden daha çok, çarşaflıların Fransız sosyal yaşamından soyutlanması amaçlanmaktadır. Mümkün mertebe evlerinde oturmaları, dışarıya çıkmamaları istenilmektedir. Bir diğer örnek Marsilya Belediye başkanı Gaudin'in sözleri oluyor. Cezayir – Mısır maçından sonra Cezayirlilerin Marsilya sokaklarında Cezayir bayraklarıyla galibiyeti kutlamasına Başkan çok sinirlenmekte ve Fransız vatandaşı olan Cezayirlilerin Cezayir bayrakları yanında kendi bayraklarını da (yani Fransız bayrakları) taşımaları gerektiğini buyurmaktadır. Bir diğer olay da bakan Nadine Morano gazetecilerin sorduğu soru olan “Fransız nasıl olunmalı?” sorusu üzerine, “Fransız argo konuşmamalı, şapkasını ters giymemeli ve bir iş bulmalı” diyebilmektedir. Bu sözler Fransız hükumetinin genellikle Kuzey Afrikalı kökenli kendi vatandaşlarına karşı bakış açısını gösterir.

Kundaklamalar deyince insanın aklına Türkiye'deki linç girişimleri geliyor. Bu konuda kimi yazar Türkiye'deki linç kültürüyle Nazi Almanya'sını kıyaslıyor. Oysa o kadar uzak örneklere neden gidiliyor anlamak mümkün değil. Günümüzde Türkiye'deki linç kültürüyle, Hollanda, Almanya'daki cami ve Türklerin oturdukları evlerin kundaklanmaları meselesi kıyaslanabilir örneğin. Sonra Hollanda, Fransa, Almanya polislerinin kundakçılara nasıl ceza verdikleri veya vermedikleri araştırabilir. Kısacası basının meseleye linç kültürünün sadece bize özgü bir şey olduğu analiziyle ortaya çıkıp, Türkiye'deki linç etme girişimlerini Nazilerle kıyaslaması meseleyi oldukça çarpıtmaktadır. Üstelik tarihte Almanya'daki Nazizmi, İtalya'daki faşizm'i Avrupa burjuva kültürünün içinde değerlendirmek gerekir. Ünlü sosyolog ve demokrat düşünür Tocqueville'in Cezayir halkı için linci reva görmesi en demokratların bile kendi uluslarının çıkarlarına en ufak bir halel geldiğinde nasıl faşist kesildiklerini gösteren önemli bir göstergedir. Üstelik unutmayalım, tarihte Fransa Cezayir'de işgalcidir.

O zaman mesele Türklerin ırkçı, faşist, AB'nin demokrat ve temiz olması meselesi veya tersi değildir, mesele faşizmin milletinin olmadığıdır. Hrant'ı öldüren de, Mumcu'yu öldüren de, Sivas'ta Madımak otelini yakanlar da, Almanya'daki Türklerinin evini kundaklayanlar da birdir. Önemli olan AB, ABD, İslam, faşist ayrımı yapmadan ya da birini ötekine yeğlemeden mücadele etmektir.