Din, liberallik ve faşizm üzerine: Peyami Safa örneği

Şu son zamanlarda biraz Peyami Safa okuduk. Özellikle milliyetçilik, devlet, din üzerine yazdığı siyasi yazılarıyla ilgilendik. İlgimizin asıl sebebi iki dünya savaşı arası onun Türkiye için aklındaki devlet anlayışı ile yine aynı dönemdeki Fransız liberallerinin yeni devlet arayışları arasında bir paralellik kurmak içindi. Fakat bu yazı o yazı değil. Bu yazıdaki amacımız Safa'nın gazete yazılarından hareketle din, gelenek ve milliyetçilik üzerine bir şeyler söylemektir. Neden Safa'yı inceliyoruz?’un cevabı günümüz Türkiye'sinde geleneksel kültürün siyasetini daha iyi anlayabilmek içindir. Bu bağlamda Peyami Safa değil de başka bir gelenekçi, muhafazakâr yazara da bakılabilirdi. Başta da belirttiğimiz gibi, diğer bir yazının sorunsalından alıntı oldu bu kısa soL Haber Portalı yazımız.

Peyami Safa'nın Ötüken yayınlarından çıkmış olan muhtelif kitaplarında toplanmış eski gazete yazılarına baktığımızda Tercüman gazetesinde çıkan yazılarında (1959) din, iman konularında birçok kişi ile çok şiddetli polemiklere girdiğini görürüz. Artık DP'nin son zamanlarıdır ve Safa o esnada şiddetli bir gelenek, görenek savunucusu olarak “devrimbaz” diye nitelendirdiği solcu, ilerici, Kemalist kadrolarla şiddetli tartışmaya girişmiştir. Bunlardan bir tanesi İstanbul Üniversitesinde Müslüman öğrenciler mescit açmak istemeleridir. Daha doğrusu üniversitenin bodrum katında bir tane kurulmuştur fakat üniversite idaresi kapatmak istemektedir. Kapatma sebepleri arasında mescit’in rutubetli bodrum katında oluşu vardır dolayısıyla ibadete elverişli değildir üstelik Üniversite’nin Beyazıt meydanında olması nedeniyle etrafında bir sürü caminin olması nedeniyle üniversite içinde bir tane daha açılmasına gerek yoktur. Safa bu önerilere şiddetli karşı çıkar ve yabancı okullardan örnekler vererek sadece İstanbul Üniversitesinde değil Türkiye’nin her üniversitesinde ibadethanelerin açılması gerektiğini savunur. Başka yazılarında okurlardan kendisine gelen eleştirilere yer verir ve cevaplar. Bir tanesinde “devrimbaz” diye nitelendirdiği bir okuru ona “üniversitelerde cami kurulacaksa, o eğitim kurumunda eğitim alan yabancı öğrencilere yönelik başka dinlere ait ibadethanelerde açılmalıdır” der. Safa buna da şiddetle karşı gelip yine Avrupa'dan örnek verir ve oradaki eğitim kurumlarında kendi dinlerinin dışında başka dinlere ait ibadethanelerin olmadığını söyler. Yine aynı yıllarda bir başka yazısında Ayasofya'nın ibadete açılmasını savunur.

Buna karşı çıkanları komünistlikle, “devrimbaz”lıkla suçlar. Bu arada yazılarından anladığımız kadarıyla onu zamanında nasyonal-sosyalistlikle itham etmiş “devrimbaz” başka yazarlar da onun canını acıtmıştır. Peki, Peyami Safa iddia edildiği gibi Nazi'miydi? Bunun için Safa’nın 1938-39 yılları arası Son Havadis gazetesinde milliyetçilik ile ilgili yazmış olduğu yazılara baktığımızda çok açık şekilde Nazi savunuculuğu yaptığını görürüz. Ona göre Nazilerin yaptıkları en büyük iyilik komünistlerin ilerlemesini durdurmaktır. Onları toplumda etkisiz kılmalarıdır. Peyami Safa çok açık şekilde komünist, sosyalist düşmanıdır ve bu düşmanlığını Nazileri desteklemekle pekiştirir. Yine bir diğer yazısında demokrasi beşiği Fransa’nın en önemli kusurlarından birinin sosyalist fikirlerin gelişmesine müsaade etmesidir der. Onun içindir ki, Hitler ile işbirliği yapan faşist Petain hükümeti Fransa için geç kalmış bir nimettir. Kısacası ilericilerle, cumhuriyetçi kadrolarla her açıdan soruları olduğu görülen Peyami Safa ikinci dünya savaşı öncesi Türkiye'ye Nazi modeli önermektedir. Savaş sonrası ve daha sonra DP'nin iktidara gelişiyle bu düşüncelerinden vazgeçmiş ama buna mukabilde şiddetli bir din, gelenek savunucusu olarak DP saflarında yer almıştır.

Peki, son olarak bütün bunlar onun tezatlığını mı göstermektedir? Kesinlikle hayır. Daha önce bazı yazılarda bahsettiğimiz üzere geleneksel ile otoritarizm arasında sıkı ilişkiler mevcuttur. İslami geleneklerin, sevgiden, kavgaya, barıştan, savaşa geçen, beyaz ve siyahın, şeytan ve meleğin, iyilik ve kötülüğün olduğu düşünce sistematiği bunu doğrular. İki dünya savaşı arası Avrupa'nın faşist diktatörleri mesela Salazar, mesela Musolini hepsi gelenekçi, Katolik muhafazakârlardır. Oysa günümüz Türkiye'sinde liberal ve liberal solcuların Türk düşüncesine armağan ettikleri yenilikler arasında Peyami Safa ve diğer gelenekçi, muhafazakârlarla aynı düşünerek ilerici, solcu, Kemalist, anti-emperyalist'leri faşist ilan etmek oldu. Bu tavırlar özellikle günümüz gelenekçi, muhafazakâr çevreleri ve siyasal partisi olan AKP'nin pek işine geldi. Gelenekçilik ile faşizm ve neo-liberalizm arasındaki bağlar üzerine söylenecek çok şey vardır. Kökenleri korporatizme, sosyal Katolikliğe, Katolik işçi birliklerine iner. Önceki yazılarımızda biraz bahsetmiştik.

Türkiye’de hâlihazırdaki otoriter yönetime şaşırmamak gerek. Geleneksel muhafazakâr bir hareketten demokratik toplum dinamiği bekleyenler çok kötü bir hata yapmışlardır. Geleneksel olan toplum açık değildir, topluma kapalıdır, dışa açık değildir, içe dönüktür. Aynı şeyi kimlik hareketleri içinde söyleyebiliriz. Başkasının varlığından karşıt bir kimlik üreten siyaset dışlayıcıdır. Günümüzde gelenek ve kimlik konularına liberaller ve sermaye, geçmişe oranla çok daha duyarlıdır. Bunda bu hareketlerin sınıf kimliklerinin olmaması veya emekçi sınıfı özelliklerinden gittikçe daha fazla uzaklaşmaları bizce büyük rol oynamıştır.

Peyami Safa’nın özelinde muhafazakâr kesim düşünürlerine tekrar döndüğümüzde, iki kimliklerinden biri olan gelenekçiliği, kentli kimliğine daha ağır basmaktadır. Belki buradan yola çıkarak bugün AKP gibi İslamcı-muhafazakâr bir partinin tüm eski sağ partileri ve seçmenlerini yutmasının sebebi diye düşünebiliriz. Sesli düşünürsek şunu belki söyleyebiliriz: gelenekselin sermaye ve piyasa ile kaynaşması, günümüzde küresel düzlemde İslam’ın hem siyaset piyasasında hem iktisat piyasasında önemli bir aktör olmasını sağlamıştır. Yerel veya ulusal düzlemde ise ortaklaşma modernleşmenin üzerinden değil gelenekselin kabulü üzerinden gerçekleşmektedir. Bu bakımdan AKP gibi kasabalı İslamcı-muhafazakâr partiler, dini değerleri yüksek doğu toplumlarda kök salmakta ve birer devlet partisi haline dönüşmektedir. Türkiye gibi ülkelerde kimlik siyaseti de ancak İslam’ın içinde olabilir.

Çünkü dini örf ve adetler toplumda en önemli birleştirici rolü oynamaktadır. Modernleşmeden vazgeçilmesinin kıssadan hissesidir.
İşin kötüsü bugün birçok liberal ve sol liberalin “biz öyle sandık, adam değişti ya da parti değişti” argümanları çok daha vahimdir. İslami muhafazakârların baskısını ve anti-demokratik yapısını kaldırabilecek tek bir panzehir vardır o da eşitlikçi soldur, sosyalizmdir. İçini tüm sosyalistler, tüm sosyal-eşitlikçi ideale sahip emekten, insandan yana herkes doldurabilir. Ortak payda eşitlikçi sol bir cephedir.