Hayatı durdurmaktan başka çare var mı?

(BEYRUT)

Lübnan, altyapısı iyi olmayan bir ülke. Başkentte her gün birkaç saatlik elektrik kesintisi olağan. Diğer kentlerde durum daha da kötü. Su kesintileri de epey yaygın. Bazı yerlerde çeşmeden tuzlu su geliyor. Denizi temiz olsa hadi neyse ama şehrin meşhur deniz fenerinin ve Güvercin Kayalıklarının olduğu kuzeybatı sahilinden denize kanalizasyon akıyor.

Altyapı sorununda elbette 15 yıl süren iç savaşın, İsrail’in 1996 ve 2006’daki saldırılarının payı var. Ama asıl sebep merkezî devletin zayıf olması. Ulusal bir kimlik inşa edememiş, işin aslı etmemek üzerine kurulmuş olan Lübnan’da siyaseti ve toplumsal yaşamı büyük oranda dinsel ve mezhepsel kimlikler belirliyor.

Merkezi devletin bıraktığı boşlukları, çoğu bir dinsel/mezhepsel (Ermeni azınlığı hesaba katarsak bir de etnik) grubun temsilcisi olan partiler ve onlarla ilişkili kuruluşlar dolduruyor.

Elektrik ve su gibi en temel altyapı hizmetlerinin bile aksadığı Lübnan’da kamusal eğitim, sağlık ve sosyal güvenlik kuruluşları çok zayıf. Devletin ‘yeniden-dağıtımcı’ mekanizmaları zayıf kalınca da, piyasadan ‘alış-veriş’ ilişkisiyle sağlık ve sosyal güvenlik hizmeti alacak maddi gücü olmayanlar, mensubu oldukları dinsel cemaatin ve onun partilerinden birinin ‘karşılıklılık’ esasıyla sunduğu hizmetlere mecbur kalıyor.

Bu tür sosyal dayanışma ve yardımlaşma örüntülerini en iyi kuran örgüt mecburen Hizbullah, çünkü Şiiler Lübnanlıların görece yoksul tabakasını oluşturuyor (Elbette zengin Şiiler ve yoksul Sünniler, Hıristiyanlar da var. Vatandaş olamayan Filistinlilerin ise çoğu sefalete yakın koşullarda yaşıyor).

***

Fakat dinsel/mezhepsel temele dayalı siyaset beraberinde büyük bir yozlaşmaya ve toplumun bir kısmında siyasete yönelik yabancılaşmaya da yol açmış halde.

Kimin kime oy vereceği belli olduğu için seçimler adeta nüfus sayımı niteliğinde. (Örneğin, şayet komünist vs. değilse bir Hıristiyan Arap’ın hangi partiye oy vereceğini yüzde 50’ye yakın kesinlikle tahmin edebilirsiniz çünkü 2 büyük Hıristiyan partisi var).

Kayırmacılık ve yolsuzluk almış başını gitmiş. Egemen siyaset, teşbih yerindeyse kabileler arası para ve güç paylaşımına dayalı bir pazarlıktan fazlası değil. Pazarlık çok uzun sürdüğünde mesela 1,5 yıl boyunca cumhurbaşkanı seçemeyebiliyorlar. Siyasi liderlik de babadan oğla geçen bir kabile reisliğine dönüşmüş halde. Cemayel, Hariri, Canbulat vb. soyadlarından bazıları ülke siyasetinde yarım asırdır duyuluyor.

Böyle bir toplumsal zeminde sol siyaset gütmek zorlaşıyor. Asgari bir ulusal bütünlük olmayınca, solculuğun en iyi ihtimalle bazı azınlıkların kimliksel taleplerinin içine ya da önüne koydukları bir “yaklaşım”dan fazlası olamamasının çarpıcı bir örneği Lübnan.

Kangrene dönüştüğü için Kürt sorununu ayrı bir yere koyalım ama Türkiye’deki Kürt siyasal hareketinin “Halklar…” paradigmasının hiç de matah bir şey olmadığı Lübnan’da anlaşılıyor. Alın size ağzına kadar “Halklar”la dolu Lübnan, devlet çöp toplayamıyor.

***

Öte yandan Lübnan’ın özellikle de eğitimli/kentli genç nüfusu içinden geçen yıl bu düzene hiç beklenmedik bir tepki yükseldi. Eldeki çöp toplama alanı, kapasitesini kat be kat aşıp kapatılınca ve buna hazırlıksız hükümet yeni alanlar oluşturamayınca Beyrut’ta çöp dağları birikti. Dökecek yer olmadığı için çöp toplanamıyordu.

Bunun üzerine Lübnan’da Gezivarî bir halk hareketi doğdu: “You Stink”, yani “Kokuyorsunuz!”.

İthamın muhatabı siyasetçi takımıydı ve hareketin adında aslında “Hepiniz” kelimesi saklıydı. Zaten çöp sorununun (ek olarak elektrik ve su meselesinin de) çözülmesi talebiyle başlayan hareket kısa sürede politikleşmiş hedeflere yöneldi: Siyasal yozlaşma, mezhepçilik, yolsuzluk karşıtlığı… Ve ülkeyi yönetenlerin halka hesap verebilirliğinin sağlanması, mezhep kotalarına dayalı seçim sistemi yerine daha adil bir sistem, hükümetin istifası!

Kokuyorsunuz diye yola çıkan ve mezhepçilikten (daha kibar bir ifadeyle kimlik siyasetinden) sıtkı sıyrılmış genç kuşak aslında egemen siyasal aktörlerin hepsinin suratına şunu haykırıyordu: Kokuşmuşsunuz!

İçlerinde Lübnan’ın her “halk”ından mensupların olduğu ve siyasetin sekülerleşmesini isteyen bu hareket, Gezi gibi, patlak vermesinin üzerinden 6 ay geçmeden sönümlendi. Gene de hedefine aldığı partiler üzerinde kimi etkileri oldu. Bunların bazıları toplumsal, iktisadi ve ekolojik meselelere daha çok eğilerek kendilerini gençlerle hizalamaya çalıştılar.

Daha da önemlisi bu hareket, toplumda kabaran bir rahatsızlığa mevcut siyasi aktörler çözüm üretmekten fersah fersah uzak olduğunda yapılması gerekeni gösterdi: Beklenmeyeni yapmak, bunu yeni metotlarla yapmak ve cesur olmak.

***

Türkiye’nin geldiği nokta da, 3 büyük muhalefet partisinin hali de ortada.

Diyelim ki, adıyla sanıyla 3 somut hedef için; pedofiliyi meşrulaştıran tasarının toptan geri alınması, başkanlık sisteminin gündemden kesin olarak çekilmesi ve OHAL’e derhal son verilip tüm KHK’ların iptali amacıyla…

Sokağa çıkmanın tadı çoktan kaçtı, peki. Onun yerine…

Milyonlarca yurttaşın işe ve üniversiteye gitmeyeceği, çocuklarını okula yollamayacağı, kredi kartı kullanmayacağı, fatura ve kredi taksitlerini ödemeyeceği, AVM’lere gitmeyeceği, kurumsal şirketlerden alışveriş etmeyeceği, mümkünse yolculuk yapmayacağı bir halk boykotunu hayata geçirmek etkili olmaz mı?

Bu yapıldığında, bizzat AKP eliyle derin bir krize sokulan ekonomiyi canlandırmaya, ücretsiz toplu ulaşımla meydanlara taşınan ve döner-ekmek dağıtılan kitle herhalde yetmeyecektir.

Eh, evlerimizin içine gaz sıkıp “Çıkın ulan dışarı!” da demezler herhalde.