Barbarlara yaranamazsınız

Ecevit’in CHP’si 1978’in hemen başında iktidara geldiğinde, Milliyetçi Cephe (MC) hükümetleri dönemindeki faşizan saldırılar ve bundan kaynaklı toplumsal kutuplaşmadan, git gide kötüleşen ekonomiden yılmış halk kitleleri umuda kapıldılar.

CHP iktidara gelmeden yaklaşık 6 ay önce girdiği genel seçimde tarihindeki en yüksek oy oranını elde etmişti (yüzde 42).

Dağa taşa “Karaoğlan” yazılan yıllar. Aynı zamanda Türkiye devrimci hareketinin ve örgütlü işçi sınıfının, MC’nin tüm baskılarına rağmen yükselişe geçtiği yıllar. Karaoğlan’ı iktidara taşıyan büyük toplumsal dalgada bu ilerici güçlerin payını yadsımak olanaksızdır.

Ancak günümüzde Derin Devlet, o zamanlar ise Kontrgerilla denilen yapı, CHP iktidarına, toplumdaki dehşet duygusunu körükleyecek bir stratejiyle yanıt verdi. Cinayetler katliamlara ve tanınmış kişileri hedef alan suikastlara doğru evrildi.

Sol ne pahasına olursa olsun iktidardan düşürülmeliydi. Bir yandan Kontrgerilla’nın sivil kanadı ve tetikçi tedarikçisi MHP, diğer yandan Demirel’in Adalet Partisi Ecevit’i duruma hâkim olamamakla suçluyor, yönetimin sıkıyönetim aracılığıyla orduya bırakılmasını istiyorlardı (özellikle de MHP).

Eylül 1978’den itibaren aylık ölü sayısı 3 basamaklı rakamlara ulaştı ve Eylül 1980’e kadar hep arttı. Sıkıyönetim ilanına direnen hükümetin süngüsü ise 1978’in son günlerindeki Maraş katliamıyla düştü. Meclis sıkıyönetim ilan etti ve ordu sosyal-siyasal hayatta çok etkili bir pozisyona geldi. (Hiçbir darbe damdan düşer gibi gelmez, toplum adım adım buna “alıştırılır”).

***

Peki tüm bunlar olurken Ecevit’in CHP’si ne yaptı?

Devrimci hareket ile onun etkisi altındaki kitleler artan faşist terörle baş etmeye çabalıyordu. Aynı terörün hem siyasi hem de doğrudan (12 Eylül öncesinde aralarında milletvekili, il başkanları, ilçe başkanları da olan 200’e yakın CHP’li ülkücüler tarafından öldürüldü) hedefi olan CHP ise ne İsa’ya ne de Musa’ya yaranabilir haldeydi.

Ecevit soyut bir kavram olan “anarşi”ye savaş açmış, bir kısmı kendisine de karşı olan kolluk güçlerinin görevlerini tarafsız şekilde yapmasını istiyordu. Daha sonradan kitaplaştırılan Devrimci Yol Savunması’ndaki (DYS) ifadeyle “Ona göre, eğer iktidar ve devletin güvenlik güçleri faşist-sağ kesimi korumaz da sağ ve sol şiddet eylemcileri karşısında tarafsız hareket ederse (…) “anarşi” önlenir, barış ve huzur sağlanabilirdi”.

Ecevit artan faşist saldırılar karşısında “Bizi şiddete zorluyorlar ancak oyuna gelmeyeceğiz” demekten başka pek bir şey yapamıyordu. AP tarafından komünistleri himaye etmekle, MHP tarafından ise doğrudan komünistlikle suçlanırken kendisinin komünist olmadığını kanıtlamaya çalışıyordu.

DYS’deki ifadeyle Ecevit “egemen güçlerin taleplerini yerine getirerek, onların faşizmi değil, kendisini tercih etmelerini sağlamaya” çalışıyor, ancak böyle yaparak açık faşist bir rejim geldiğinde “kendisinin kolayca bir kenara itilebilmesinin koşullarını da hazırlıyordu”.

Meselenin Musa’ya yaranamama kısmı tam da bu noktada kendini gösterdi.

Solcu polislerin derneği Pol-Der kapatılmaya çalışıldı, sıkıyönetimin demokratik kitle örgütlerine yönelik baskı ve yasaklamaları sessizlikle karşılandı, iktidara gelene kadar CHP’nin arkasındaki en önemli toplumsal güç olan DİSK’le bozuşuldu, 1 Mayıs 1979’da sıkıyönetim komutanları yurt genelinde sokağa çıkma yasağı ilan ettiğinde yasağa meydan okuyan TİP’lileri jandarma dayaktan geçirdi.

Uzun lafın kısası CHP iktidarı, kendisiyle aynı şiddet kampanyasının hedefi olan sosyalist sola ve kitle hareketlerine yabancılaştı. 1979 sonunda da iktidardan düştü.

CHP’nin sol kanadına mensup 32 parlamenter 9 Eylül 1980’de, yani darbeden üç gün önce parti yönetimine açık bir mektup yazdı. Partinin “dengeci ve kararsız tutumunu bir an önce terk ederek, toplumsal çelişkinin emekten, bağımsızlıktan, demokrasiden yana saflarında yerini kararlılıkla almasını” istediler.

CHP’nin “çağın ve toplumun gerisinde bir çizgiye zorlandığını” savunan sol kanat, demokratik güçlerle işbirliği içinde faşizme karşı mücadeleye başlanmasını talep ediyordu.

Ama artık çok geçti.

***

O günlerden bugün için hangi dersler çıkartılabilir?

En sarih ders: Faşizmi yatıştıramazsınız.

Ve faşizme yaranamazsınız.

Batı’nın Çekoslovakya’yı feda etmesi Nazileri ne kadar yatıştırdıysa, 12 Eylül öncesindeki CHP yönetiminin dengeciliği ve devrimcilerle arasına mesafe koyma çabası da faşist terörü o kadar yatıştırabilmiştir.

Evet belki AKP klasik tanımıyla faşist bir örgütlenme ve ideolojiye sahip olmayabilir, siyasal rejim de henüz totaliter değil. Ancak istikamet oraya doğru. Gidiş iyi değil.

Türkiye, siyaset bilimcilerin hibrit rejim ya da rekabetçi otoriterlik diye tanımladığı rejim tipinden, muhalefetin ancak Hüsnü Mübarek’in Mısır’ındaki kadar etkili olduğu bir noktaya doğru gidiyor.

Suriye’deki karanlık git gide Türkiye’yi de içine almaya başlarken “İslam dünyasının Nazileri” diyebileceğimiz cihatçılar AKP’nin gözetiminde toplumda taban buluyor.

1978-80 yıllarındaki gibi bir “adı konmamış iç savaş”ın alarm zilleri her geçen gün daha çok çalıyor.

O yılların her şeye rağmen iktidar olanaklarını elde edebilmiş CHP’sine göre bugünkü CHP’nin demokrasi güçleriyle bir cephe oluşturması çok daha yaşamsal. Çünkü başka seçeneği yok.

Faşizmi yatıştıramaz, ona yaranamazsınız. Dokunulmazlıkların kaldırılmasına evet dersiniz, yine de önünüze mermi atarlar.

Faşizme karşı örgütlenir, olası saldırılara karşı hazırlık yapar, saldırı geldiğinde de karşı koyarsınız.

Bunu yaptığınız halde başarılı olamamanız elbette ihtimal dâhilindedir.

Ancak bunu yapmazsanız zaten kaybetmişsinizdir.