Asım’ın Nesli tecavüze uğrarken

Tayyip Erdoğan, geçtiğimiz yılın son günlerinde kendisine yalakalık yapmak amacıyla düzenlenen “Asım’ın Nesli’nden bir Usta: Recep Tayyip Erdoğan” adlı etkinlikte ilginç bir konuşma yapar. Erdoğan, kafasındaki toplum mühendisliği projesini yansıtan konuşmasında, Mehmet Akif Ersoy’un Çanakkale şehitlerini yüceltmek amacıyla yazdığı şiirinde kullandığı “Asım’ın Nesli” kavramını detaylandırır.

Erdoğan, Ersoy hakkında şunları söyler:

“Onun tek umudu gençlikti. (…) Onun hayal ettiği gençlik (…) kendine, değerlerine yabancılaşan bir gençlik değildi. Tam aksine tarihine, medeniyetine, kültürüne sahip çıkan, bu birikimi Batı’nın fenniyle, bilgisiyle, tekniğiyle teçhiz eden, tahkim eden bir gençlik peşindeydi. (...) Türkiye’nin son 200 yıllık siyaset, kültür ve sanat hayatı, Tevfik Fikret’in Haluk’u ile Mehmet Akif’in Asım’ının mücadelesinin tarihidir. Bir tarafta yerli ve millî olan vardır, diğer tarafta belli mahfillerin taklitçiliğini aydın olmak sananlar vardır, Geziciler vardır.”

Erdoğan, Tevfik Fikret hakkında ne bilir. Muhtemelen çok şey değil. Öteden beri okumak denen şeyle arasının olmadığı biliniyor. Ancak Tevfik Fikret ile Mehmet Akif’i karşı karşıya getirmeye çalışması manidardır. Fikret, Mustafa Kemal’in büyük hayranlık duyduğu, onun düşüncelerini etkileyen başlıca aydınlardan biriydi.

Erdoğan’ın moderniteye ve onun tüm kurumsal kazanımlarına (eşit yurttaşlık, laik hukuk, kadın-erkek eşitliği gibi), Aydınlanmacılığa, eleştirel akla, bireyin özgürleşmesine, hümanizme olan karşıtlığı; Fikret’e “sahaya atılan yabancı madde” muamelesi yapmasında somutlaşmaktadır. (Först Leydi’nin de Harem övgüsünde somutlaştı geçenlerde.)

Erdoğan konuşmasında ayrıca “Biz son 13 yıldır bu ülkeye faydalı bir nesil yetiştirmenin, Asım’ın neslini ayağa kaldırmanın mücadelesini veriyoruz. Bu mücadelemizi de 78 milyonun tamamı için yapıyoruz” ve “Şu karşımdaki coşku, Asım’ın Nesli’nin bir hayal değil, bir hakikat olduğunu gösteriyor” gibi sözler sarf eder.

Soğuk Savaş boyunca ve bilhassa 12 Eylül’den sonra devlet İslamcılığı sola karşı palazlandırmıştı. ABD’nin Ortadoğu’da Suudi Arabistan eliyle radikal İslam’ı güçlendirme projesiyle de paralel olan bu planlar neticesinde git gide güçlenip, iktidara gelip, sonunda da parti-devlet rejimini kuran İslamcılar şimdi kendilerinden önceki nesilleri beğenmiyor.

AKP, devlet eliyle İslamcı toplum mühendisliği projesinde 2011 seçiminden sonra gaza bastı. Bunu Erdoğan 2012 başında “Dindar nesil yetiştireceğiz” ve “Dininin ve kininin davacısı bir gençlik istiyorum” diyerek ilan etti. 4+4+4 denen eğitim sistemi, MHP’nin ve kısmen BDP’nin de desteğiyle yasalaştı.

Sonuç: Türkiye’nin pek çok yerinde velilerin itirazına rağmen imam-hatibe dönüştürülen “laik” okullar, Bilal Erdoğan’ın Milli Eğitim bürokratlarına verdiği talimat üzerine imam-hatip okullarındaki öğrenci sayısının 1 milyona ulaşması, diğer okulların müfredatlarının da dinselleşmesi, yalnızca 2014’te 36 bin kız öğrencinin ortaokuldan sonra liseye kayıt yaptırmaması.

Ancak bu düzenin sağından solundan irin akmaya başladı. Kadınları ikinci sınıf insan, çocukları ise köle olarak gören ve insanın en temel içgüdülerinden biri olan cinselliğin baskılanmasına dayanan pre-Modern (gerici) dünya görüşü… Tarikat ve cemaatlerdeki katı hiyearşik yapının müridin/talebenin itiraz ve sorgulama yolunu kapatmasıyla da birleşince… İslamcıların eğitim kurumlarındaki, çocuklara yönelik yaygın ve sistematik cinsel istismar gerçeği gün yüzüne çıktı.

Her gün yeni bir haber, bilgi, o da olmadı iddia ortaya çıkıyor. Ensar Vakfı’nın, Karaman vahşetindeki kurumsal rolünü olayı münferit göstererek örtmeye çalışan Aile Bakanı’na inat (45 çocuğa tecavüz edenin tek bir kişi olduğuna inanmamızı beklemeleri de ayrı bir tuhaflık), iktidarın uzantısı konumundaki bu vakıfla bağlantılı yalın gerçekler patır patır dökülüyor:

İki çocuğa cinsel istismardan tutuklanan Kızılay Rize Şube Başkanı’nın Ensar Vakfı’nın da eski il başkanı olduğu ifşa oldu. Edirne’de bilgisayarına “çocuk pornosu” indirdiği FBI tarafından Türk makamlarına bildirilince gözaltına alınan Trakya Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı’nın ise 3 adet kitabının Ensar Vakfı tarafından yayımlandığı ortaya çıktı. Bu arada Dekan hakkındaki haberlere bir süre önce yayın yasağı getirilmişti. Konunun ulusal güvenlikle mi ilgisi varsa artık her neyse.

Hiçbir şeyin münferit, sapkınlık öznelerinin ise Ensar’la bağlantılı kişilerden ibaret olmadığı; ortada basbayağı “sistemik” bir sorun olduğu çok açık. “6 yaşındaki çocuk nikâhlanabilir” ve (yazarken insanın midesi bulanıyor) “3 yaşındaki kız çocukları amcalarının yanına külotla çıkmamalı” sözleriyle büyük tepki çeken Nurettin Yıldız, AKP Gençlik Kolları’na Ankara Kızılcahamam’da geçen hafta eğitim verdi. Diyanet’in “babanın öz kızına şehvet duyması haram değildir” diyen fetvası da hafızalarda çok taze.

Örneklerin ucu bucağı yok. Yazının sınırını aşıp gider.

Ve ne acıdır ki tüm bunlara asıl tepki “Asımlar”dan değil, Erdoğan’ın yabancılaşmış unsur olarak itip kaktığı, kendince aşağıladığı “Haluklar”dan geliyor.

AKP’nin 17-25 Aralık’tan sonra Türkiye genelinde, Reyhanlı katliamından sonra Reyhanlı’da, Soma katliamından sonra Soma’da, geçen yaz kan gövdeyi götürdükten sonra 1 Kasım’da aldığı oya şaşıranlar herhalde artık şaşırma duygusundan boşanmışlardır.

Sınıfın “bittiği”, siyasetin kimlikler cenderesine sıkıştığı, seçimlerin sayıma dönüştüğü, toplumun örgütsüzleştiği, otoriterlikten totaliterliğe geçmekte olan bir ülkede… Al sana sivil toplum, al sana demokrasi.