Oğlumuz Erdal…

''büyü de baban sana büyü de büyü/ acılar alacak, yokluklar alacak büyü de baban sana…
büyü de baban sana büyü de büyü /bitmez işsizlikler, açlıklar alacak büyü de baban sana
büyü de baban sana büyü de büyü/baskılar, işkenceler, kelepçeler, gözaltılar, zindanlar alacak
büyüyüp de on yedine geldiğinde baban sana idamlar alacak''


Bu fotoğrafı gösterip sordu avukat: “Tanıyor musun?..” Yüzsüz başı, iki yana sallandı sadece… Tanımadı… Hatırlamadı… "Asmayalım da besleyelim mi?" dediğini de… 17 yaşındaki Erdal tükürdü olmayan yüzü ve vicdanıyla can veremeyene…

“Durmadan düşünüyorum ne kadar çok öldük yaşamak için." Bugün astılar Erdal’ı… Aziz Nesin, Kemal Tahir, Ara Güler, İdil Biret’in memleketi Şebinkarahisarlı öğretmen çocuğu Erdal’ı… Aynı yıl doğmuşuz, ‘asmayıp da besleselerdi’ 48 yaşında olacaktı. İdamından bir gün önce “Beni ibreti âlem için asacaklar. Çünkü hiçbir savunmamı ve söylediklerimi dikkate almadılar. Karar verilmiş. Mermiyi benden yese arkaya doğru düşmesi gerekirdi. Arkadan vurulmuştu er. Hem de iki mermiyle. Arazi davamız vardı benim yaşımı büyüttüler ben 17 yaşındayım, 18’imi tamamlamadım! Kemik raporum ortada, bunu dikkate almadılar! Beni burada bitki hâline getirtmek istiyorlar. Ailemle görüştürmüyorlar, gazete bile okuyamıyorum. Çözmek istiyorlar. Halkımı korumak için yaptım. Kitlemi korumak görevini üstlenmiştim, bunun için canımı bile verirdim.” dedi cunta şefleri aldı canını…

Erdal’ı devrimcilere gözdağı vermek için kurban ettiler. “Benim hakkımda peşin bir yargılama yapıldığı son derece açıktır. Nitekim, Genelkurmay Başkanı’nın "Çoktandır idam olmuyor, bazı kişilerin idam edilmesi gerek’ şeklinde demeç vermesi benimle ilgili idam kararıdır.” sözleriyle katillerini anlattı Erdal…

Mamak’taki korkunç işkenceler ise mektubundaydı: “Cezaevinde yapılan insanlık dışı zulüm altında inletildik. O kadar aşağılık, o kadar canice şeyler gördüm ki, bugünlerde yaşamak bir işkence haline geldi. İşte bu durumda ölüm korkulacak bir şey değil, şiddetle arzulanan bir olay, bir kurtuluş haline geldi. Böyle bir durumda insanın intihar ederek yaşamına son vermesi işten bile değildir. Ancak ben bu durumda irademi kullanarak ne pahasına olursa olsun yaşamımı sürdürdüm. Hem de ileride bir gün öldürüleceğimi bile bile.”

30 Ocak 1980... Yurtsever Devrimci Gençlik Derneği üyesi ODTÜ’lü Sinan Suner, MHP’li Bakan Cengiz Gökçek’in koruması Süleyman Ezendemir tarafından öldürüldü, olaydan iki gün sonraki çatışmada er Zekeriya Önge ölürken, Erdel Eren 24 kişiyle gözaltına alındı. Tarihin belki de en hızlı yargılama süreci yaşandı ve Erdal Eren 19 Mart 1980’de idama mahkum edildi. İdam kararı okunurken “Faşizme ölüm, halka hürriyet!” diye haykırdı. 13 Aralık 1980’de Ankara Merkez Cezaevi’nde idam edildi. Evlat acısına dayanamayan Erdal’ın babası da bir yıl sonra öldü.

12 Eylül faşist darbesinde idam edilen 50 kişiden biriydi Erdal… Binlerce ev basıldı, işkencede yüzlerce insan katledildi, sakat bırakıldı. Erdal Eren de 1980 öncesi Türkiye'sinin devrimci mücadelesinde yer alan yüz binlerce gençten birisiydi. Bağımsız, sosyalist bir ülke uğruna canını verenlerdendi. Tam da bu yüzden, “Oğlunuz Erdal” diye biten son mektubundaki gibi Erdal bizim oğlumuzdur.

Bugün Erdal Eren’i anmak sadece anısına sahip çıkmak değil, dün canını alan katillerinin bugün de iktidarda olduğunu unutmamaktır. Dün Erdal için gözyaşı döküp bugün “İdam cezası geri gelsin” diyen Erdoğan ve partisinin 12 Eylül’ün devamı olduğunu unutmamaktır. 12 Eylül referandumunda neden "Evet" oyu istediğini anlatırken, “Hayır” oyu veren Nevzat Çelik'in "Şafak Türküsü" şiirini okurken ağlayan, bugün idam ve savaş çığlıkları atan Erdoğan’a “Yetmez ama evet” diyenler ne Erdal’ın ne dünkü ne de bugünkü 12 Eylül’ün hesabını soramazlar. “12 Eylül darbecilerini yargılıyoruz” ortaoyununu halka izlettirenler dün Erdal’ın, bugün Engin Çeber’in, Hrant Dink’in, Şerzan Kurt’un, Aydın Erdem’in, Güler Zere’nin, Ceylan Önkol’un, Uğur Kaymaz’ın, Roboski’de öldürülen çocukların katilidir.

12 Eylül davasını "tarihi fırsat", "tarihle yüzleşme" olarak görenlerin tanık olduğu tek gerçek “tarihi yüzsüzleşme”dir. MİT’in, kontrgerillanın, faşistlerin, ABD’nin, TÜSİAD’ın aklanmaya çalışıldığı halk düşmanı bir iddianameye solcuların yanıtı ancak, “Kalsın bizim davamız divana kalsın” olur. Ki o divan, halk düşmanlarının değil sosyalistlerin, yurtseverlerin, halkın mahkemesidir.

12 Eylül sola karşı yapılmıştı, İslamcılar 12 Eylülle palazlanmıştı. Tıpkı bugün gibi… Cezaevleri gazetecilerle, Kürt siyasetçilerle, gençlerle, emekçilerle dolu bugün de… KCK’sı da Ergenekon’u da 12 Eylül’ü aratmazken Türkiye Barolar Birliği bugün Silivri’deki Ergenekon davasının karar duruşmasına tam kadro katılıyor.

Silivri’de bugün sona yaklaşıldığı söyleniyor. Silivri’dekilerin son savunması mı olur, bilmiyorum ama Erdal son savunmasında şöyle demişti: “Bugün devrimcileri ve onların bir parçası olan beni aldığınız emirlere uygun olarak yargılayabilir ve ölüm cezası verebilirsiniz. Fakat bu ilelebet sürmeyecektir. Bir gün mutlaka sizin yerinizde halkımız olacak sizi ve koruduğunuz düzeni yargılayacak ve doğru karar verecektir.”

Celladına “Kahrolsun emperyalizm! Yaşasın sosyalizm!” diye haykıran Erdal’a sözümüz devrim olsun! Bir gün mutlaka Erdal… Ya sosyalizm ya ölüm!

“bir halkı astılar bir sabah/ölümü geçirirken senin boynuna/generaller küçüldü sen büyüdün
yarınların özgürlüğü adına/küçük yaşta büyük ölümle öldün/Erdal Eren, ölümsüz kardeşim”

[email protected]