Sulta Altındaki Cumhuriyet

Geçtiğimiz hafta Mehmet Faraç’ın Cumhuriyet’ten atılması Türkiye kamu kanaatini oldukça meşgul etti. Cumhuriyet gazetesinden yapılan açıklamaya göre, Faraç köşe yazarlığı işlerine fazlasıyla “parti politikaları” bulaştırdığı için ve Kürt sorunuyla çizilmiş çerçevesinin dışına taştığı için atılmıştı.

Gördüğümüz, Mehmet Faraç’ın CHP yönetimini ve hükümeti eleştiren son derece sert bir yazı kaleme almış olması, sonra da kovulması, üstelik bunun Cumhuriyet gazetesinin bir yıllık geçmişi içinde bir silsilenin uzantısı olmasıdır.

Kuşkusuz gazetenin sunduğu gerekçenin tatmin edici olduğu söylenemez herhalde parti politikalarıyla meşgul olmak, bugün basın etiğine aykırı olabilecek en son harekettir ve hatta böyle bir “ilkesel” suçlama lüks bile sayılabilir. Kürt sorunu çerçevesinin dışına taşma gerekçesinin ise anlaşılır yanı bulunmuyor. Nitekim, gazetenin reel ve potansiyel okurları, ülkede İslamizasyon’dan büyük rahatsızlık duyan kitle, bu açıklamayı Cumhuriyet’in cumhuriyetten feragati olarak yorumlamakta gecikmemiştir.

Uzun süredir toplumsal muhalefete mesafeli tutumu, doğrudan muhatabı olmasına rağmen Ergenekon operasyonlarında benimsediği iktidar söylemi, en somut olarak da Silivri duruşmalarında sanık Mustafa Balbay’ın Ankara temsilciliğinden alınması (sahi, Balbay’ı Ankara bürosu daha etkin çalışsın diye görevden alan Cumhuriyet, acaba o zamandan beri hangi etkinlikle kulislerden haber “patlatabilmiştir”?) bütün bu sicilin üzerine, Cumhuriyet yönetimi, Mehmet Faraç’ın gazeteden atılmasının böyle tepkiler uyandıracağını bilmiyor muydu? Sanki açıklama, okuru bilgilendirmek için değil, tepkileri körüklemek için yazılmıştır.

Cumhuriyet gazetesinin bu süreçteki serüvenini anımsatmakta yarar var, son derece öğreticidir. Son bir yıl içinde Cumhuriyet gazetesi kendisinen beklenen çizgisinden istikrarlı sapmalar gösterdi. Ataol Behramoğlu gibi kalemler gazeteyle mesafe koyarken, Cumhuriyet’e Kürşat Başar, Tuna Kiremitçi gibi daha “light” yazarlar davet ediliyordu. Gene okur tepkisiyle bu rüzgarın ömrü kısa olsa da, Cumhuriyet gazetesinde içeriden bir eksen zorlamasının söz konusu olduğu seziliyordu.

Geçtiğimiz Anayasa referandumu öncesinde, çeşitli gelişmelerle Türkiye siyasetinde önemli bir olgu Türkiye egemenlerinin dikkatini çekti: Ülkenin bilinçli, merkez bölgelerinde yaşayan, etkin kesimleri AKP politikalarına çok keskin bir öfke besliyordu. Öfke, bazı ulusalcı gazete tirajlarının hatırı sayılır ölçüde artmasından tutun da, hükümet üyelerinin halkla her temaslarında azarlanmalarına kadar bir dizi olayda gözlemlenebiliyordu. Basında “eğitimli kesim AKP’ye muhalif” argümanlarını sıklıkla duyduğumuz dönemdir. CHP’nin eski Genel Başkanı Deniz Baykal, bu öfkeyi sezmiş ve referandumda CHP’yi bu öfkeye koşut bir muhalefetle götüreceğini ilan etmişti.

Kısa süre sonra kaset komplosu geldi Vatan’dan Güngör Mengi başta olmak üzere, Cumhuriyet gazetesinin de aralarında bulunduğu, “Kemalist” olarak bilinen bir kesim, Deniz Baykal’ın tez elden istifası için tempo tutmaya başladı. Cumhuriyet yöneticisi Hikmet Çetinkaya’nın bu komplo günlerinde Baykal için en ağır yazılardan birini kaleme aldığını belirterek geçelim. Çetinkaya, yazısında pek çok ağır sözün yanı sıra Baykal’ı kendi çıkarından başka birşeyi düşünmemekle, laikliği umursamamakla, “ulusalcılığı kör milliyetçilikle karıştırmakla” suçluyordu.

Söz konusu kadroların sanki büyük bir telaşları vardı ve o zamana dek benimsedikleri her türlü nezaketi bir yana attılar. CHP içinde düne kadar Baykal’a biatta kusur etmiş kimselerin de dönüşü bu tabloyu tamamlıyordu. Kemal Kılıçdaroğlu’nun çıkışı, bu büyük kampanyayı izlemiştir kampanyada Aydın Doğan medyası ile Cumhuriyet başı çekiyordu.

Çok iyi niyetliler, bu telaşa ilişkin o dönem medyaya yansıyan gerekçelere inanabilirler. Baykal gibi yıpranmış bir adla referanduma gitmektense, Kemal Kılıçdaroğlu’nun bir an önce dümeni eline almasının istenmesinde bir sakınca görmeyebilirler. Ama Kılıçdaroğlu’nun referandum propagandalarında gösterdiği şaşırtıcı ölçüde düşük profil, ucuz ekonomist ve popülist söylemlerin dışında AKP’ye yönelik –laiklik dahil– en ufak bir siyasal eleştiride bulunmaması, dahası oy kullanmamış olması, daha dahası, Cumhuriyet başta olmak üzere, Baykal’a hücum eden aynı kesimin Kılıçdaroğlu’na yönelik eleştirilerde sansüre varan tutum alması, bütün bu iyimser yorumları çürütecek gelişmelerdi.

Buradaki anlatımlarımızdan, Cumhuriyet gazetesinin CHP’ye yönelik bir değişiklik operasyonunda etkin rol aldığı izlenimi doğabilir. Ama aslında Cumhuriyet gazetesinin parti politikalarına bu kadar “mesafeli”, daha doğrusu en ufak siyasal inisiyatif göstermekten özenle kaçınan bir gazete olarak, CHP içinde sürükleyici olabileceğini düşünmüyorum. Yeni CHP’nin temsiliyeti, daha “Radikal” bir gazeteye bırakılmış görünüyor. Burada ise anlaşılan, Cumhuriyet ile CHP’de eşgüdümlü bir değişim, bir simbiyoz hali söz konusudur.

Anlaşılan CHP’yle birlikte, Cumhuriyet de kendini “yeni rejime” hazırlamaktadır CHP’nin manevralarını izleyen, ona biçilen rolleri taklit eden düşük profilli bir muhalefet gazetesi olmaya razılar. Cumhuriyet’in Faraç açıklamasından gördüğümüz gibi, Faraç gazetenin ilkelerini zorlayarak CHP’de yer alırken kovulmamasına rağmen, CHP’deki görevinden alındığında gazeteden atılması, bunun yalnızca ufak bir örneğidir.

Belki de, referandum sürecinde iyice görünür olan, her an İslamizasyon’u tersine çevirebilecek o öfkeyi dizginlemek üzere CHP’de düzenlemeler öneren kalemler, Cumhuriyet gazetesine de paralel bir rol biçmişti. Kemal Kılıçdaroğlu’nun eline Sezgin Tanrıkulularla, Uğur Ziyallerle dolu listeyi tutuşturanlar, Cumhuriyet’e de bunları layık görmüşlerdi.

Peki AKP’ye öfkeli, Cumhuriyetçi kesimin “Kemalist” diye güvendiği kurumlardaki bu eşgüdümlü değişimin kaynağı ne olabilir? Bir gazete hangi güdülerle bile bile okurlarını umut kırıklığına uğratmayı göze alır?

Bütün bunlar olmadan, yaklaşık bir yıl önce, Şubat ayında Cumhuriyet gazetesinin İnan Kıraç-Aydın Doğan çizgisine satıldığı haberini Yalçın Küçük vermişti. Haber hemen unutuldu. Oysa yalnızca geçen Şubat’tan bu yana Cumhuriyet’te olanları açıklamakla kalmıyor, Cumhuriyet’in öncesine ilişkin de önemli fikirler veriyordu.

Cumhuriyet gazetesi, 1930’larda, 1960’larda, 1970 başlarında ve 80’lerde, en son 1990’ların ortalarında geçirdiği dönüşümlerde hep aynı merkeze bakmıştır. Bu merkezlerdir ki, Cumhuriyet gazetesini Hasan Cemallerin, Taraf gazetesinin yöneticilerinin yetiştiği, 1990’larda Oya Baydar’a, Ahmet Altan’a roman ödülü verebilmiş bir ocak haline getirmiştir.

Bugün Cumhuriyet bir kez daha tarihsel zaafını ortaya koyuyor: Ülkede siyasal İslam’ın yarattığı tahribattan beslenen, AKP’yi sevmese de bu tahribatın onarılmasını istemeyen, hele AKP karşıtı öfkenin dışavurulmasından epey rahatsız olan büyük sermayenin geleneksel Kemalist kurumlar üzerindeki ağır sultasını izliyoruz.