Güzel Davran*

İstanbul’da yağmurlar başladı. Eylül geldi. Yaz bitti. Bir mevsim daha, bir yılın bir mevsimi daha elini eteğini çekti bizden. Zamanın ardında savrulup duruyoruz. Her an biraz daha ölüyor, biraz daha doğuyoruz. Yugovlavya’yı yazacaktım. Dağılmanın ağırlığını. Minicik derdest Hırvatistan’ın bende bıraktığı duyguyu. Bu duygu hâlâ taze kalırsa yazarım yine, neden olmasın.

Başka bir duygu, başka bir öfke daha ağır basıyor nicedir de bir türlü elim ermiyor. Sevmiyorum eğlediğiyle söylediği başka başka olanları. Hakiki gelmiyorlar. İçimi bulandırıyorlar. Bunlara karşı haykırıp “Kral çıplak” diyenleri seviyorum ben, bağrıma basmak istiyorum. Çünkü insanlığı yüceltiyorlar, bizleri daha fazla insan yapıyorlar; onurlandırıyorlar.

Yaklaşık dört ay önce başlayan bir hak mücadelesi var Flormar’da. En doğal, hadi diyelim en evrensel hak olan (uzayda yaşamıyorum, hayır) sendikalaşma hakkını kullandıkları ve Petrol-İş Sendikasında örgütlendikleri için parça parça işten atılan, çoğunluğu kadın işçilerin direnişi bu. Dört aydır sürüyor. 130 işçi her gün Gebze’de, fabrika önünde işlerini ve haklarını istiyor. Giderek büyüyor ve giderek güzelleşiyor; güzelleştiriyorlar.

İri laflar eden, 2012’de Flormar’ın büyük hissesini alan Fransız kozmetik tekeli Yves Rocher’den söz etmek istiyorum en fazla da. Bu oyunda kendini gizlemek için onca çaba harcıyor anlaşılan. Flormar, Yves Rocher'nin de çatısı altında olduğu Groupe Rocher'nin bir parçası haline gelmiş dediğim gibi 2012’den itibaren. Öyle bir ve aynılar ki aslında Flormar'ın Yönetim Kurulu Başkanı ile Yves Rocher CEO'su aynı kişi.

Dedim ya, riyakârlık en sevmediğim. Bir de bu ikiyüzlülük kadınlar üzerinden yapılırsa hiç ama hiç hazzetmiyorum. Yves Rocher bir marka olarak kadınları ve çevreye olan duyarlılığı pazarlıyormuş anlaşılan. Elbette ki, çok uluslu bir şirketten ne beklenir canım, aşk olsun Şule yani. “Toprağın Kadınları” diyerek bir proje yarışması düzenliyorlar. Var işte internet sitelerinde. Üstelik benim de üyelik kartım var idi, düşünün yani orta sınıf bizim gibi tipleri de almışlardı avuçlarına. Yves Rocher'ciydik yani hepimiz. Güzel davranacağız, güzel olacağız…

Ne diyordum, bu proje yarışmasında diyorlar ki, "Her gün bir yerlerde kadınlar, dünyayı değiştirmek için harekete geçiyor. Yves Rocher Vakfı, kadınların çevre için mücadelelerine ışık tutuyor..." bitmiyor tutkuyla devam ediyor: “Her gün bir yerlerde kadınlar, dünyayı değiştirmek için harekete geçiyor. Kadınlar her an dünyayı daha iyi bir yer haline getirmek için çalışıyor. Cinsiyet eşitliği ve kadın özgürlüğünü desteklemek amacıyla 2001’den bu yana 50’den fazla ülkede 200 kadını ödüllendirdi...” Türkiye’ye yönelik bu projenin amacını ise şöyle sıralıyor: “Doğa ile bağımızı güçlendirmek, cinsiyet eşitliğine katkıda bulunmak, çevreyi koruyan, güçlü ve toprağına sahip çıkan Türk kadınlarını desteklemek...”

Ahh, diyorum, ahh, ikiyüzlülükleri hiç sevmiyorum. İri lafları, tutulamayacağı belli, verilen sözleri… Ne fark eder ha tekelleşmiş bir şirket, ha kötü bir insan… Tamam abarttım, tekelleşmiş bir şirketin hiç ama hiç şansı yok elbette doğasına aykırı, ama hâlâ umudum var insandan…

Yani beyzadeler (niyeyse şirketin cinsiyeti erkek gibi geliyor bana) dünyaya, doğa ve ekolojiye saygı gösterdiklerini iddia ededursun, Yves Rocher altına imza attığı uluslararası belgelere de aykırı hareket ediyor. Yves Rocher’nin firmasının uymayı taahhüt ettiği, Birleşmiş Milletler Küresel İlkelerinde (Global Compact) “İşverenler, çalışanların sendikalaşma ve toplu müzakere özgürlüğünü desteklemeli...” diyen maddeyi takmadığı görülüyor. Amaa “Toprağın Kadınları” önemli tabii. Makyaj… Yalan dolan… Yok makyaja laf ettirmeyiz yine de, severiz biz kadınlar makyajı bir hayli…

Yağmurlar başladı. Kış geliyor. Bu yıl kış sert geçecek evet. “Flormar değil, mücadele güzelleştirir” sloganıyla bin bir çirkinliğe karşı mücadele ediyor işçi kadınlar hâlâ…  Güneşi getiriyorlar. Hani derler ya, “vahşi kapitalizm” dönemi. Kapitalizmin her biçimi vahşi oysa, bakın işte. Zaman zaman ufak tefek sistem içi kazanımlardan söz edilebilir belki farklı nesnel koşullarda. O kadar.

Etkileyici ve açıklayıcı bir belgesel var. İzlenesi ve üzerine düşünülesi bir belgesel bu. Germinal Romanı Dönemi’ne gidiyoruz ışık hızıyla, ama biz uzak mıyız sanki o zamanlara Soma’da yaşamadık mı? Yaşamıyor muyuz?

Şöyle film sahneleri var örneğin. Hayal edilesi değil, tokat gibi sert ve gerçek. Flormar’da işçilerin en doğal hakkı, sendikalaşma hakkı için mücadele Ocak’ta başladıktan sonra, ilk olarak Mart’ta “performans düşüklüğü” gerekçesiyle 12 işçi işten atılıyor. Kısa süre sonra bu sayı 25’e ulaşıyor. Sürek avı başlamış durumda…  14-15 Mayıs tarihlerinde fabrika önünde eylem yapan işten çıkarılmış arkadaşlarına içeriden el sallayarak destek verenler de topluca işten çıkarılıyorlar. Böylece sendikalaşma sonrasında işverenin işten çıkardığı işçi sayısı 85’e ulaşıyor. Asıl direniş bundan sonra başlıyor. İçeriden alkışla destek verenler birer birer işten atılıyor.

Böyle böyle 130 işçiyi buluyor. Nasıl yani? Bu nasıl olabilir? Göz teması, gülümseme, el sallama yasak öyle mi? Brandalarla, tel örgülerle çeviriyorlar fabrikayı, dışarı ile içerinin temasını engellemek için. Üstelik işten atılanlar kanunun tazminatsız işten çıkarmayı gerektiren 25. maddesine göre gönderiliyorlar. Direnişi destekleyenler her türlü kara çalmayla karşı karşıya kalıyorlar.

Yeni Ortaçağ zamanları yani. Farkı mı, farkı ambalajı, reklamı... Alacakaranlık gibi…

Zaman geçiyor. Dört aydır bir haklı mücadeleyi alabildiğine onurlu bir biçimde sürdürüyorlar kız kardeşlerimiz. Petrol-İş yetki için çoğunluk sayısına ulaştı. Çalışma Bakanlığı’ndan çoğunluk tespiti olumlu gelmişti.

Peki? Neden itiraz edilir ki buna? Çağrı yapalım: Sendikayı tanı Ey Flormar! Ey Yves Rocher! İşçilere tüm haklarını iade ederek işe geri al.

Çünkü talep çok açık, diyorlar ki kız kardeşlerimiz “Ben işçiyim, hakkımı savunuyorum, hakkımı istiyorum.” Çok yalın, çok haklı… Aksi niye olsun ki?

* Yves Rocher'nin dünyada kullandığı marka mottosu "Act Beautiful". Türkçesi "güzel davran".