Yüz yıl sonra

Neyi nasıl tartışacağız 1917’den yüz yıl sonra?

Lenin ve arkadaşlarının karar verip gerçekleştirdikleri tarihsel eylem darbecilikle eleştirildi önce. Arkasında örgütlü işçi sınıfının durduğu bir devrimi “savunmak” için dil mi dökeceğiz? Yepyeni bir düzen kurup onlarca yıl yaşatan Ekim Devrimi'nin dil dökülmesine ihtiyacı mı var?

Siyasi iktidarın ele geçirilmesinin kurallarını, yıkılacak olan, yıkılmayı milyon kere hak etmiş düzenden ödünç almak tek kelimeyle saçmadır. Evet, Devrim otoriter bir eylemdir ve bu eylem meşruiyetini sınıf mücadelesinin yasallıklarından alır. 1917’de Çarlık rejiminden çıkan ama Çarlık’ı belirleyen sömürü rejimiyle hesaplaşmaya cüret edemeyen denge durumunu bozmaya karar verenler, denge mi gözeteceklerdi! Kışlık Saraya ellerinde silah, ama arkalarında savaşa, açlığa, sömürüye, yoksulluğa karşı biriken halk öfkesini alarak girdiler.

Bolşevikler canlı, dinamik, ülkeye yayılan ve umut veren Sovyet iktidarına dayanarak, cansız, örgütlü halka değil örgütsüz seçmene yaslanan, yapısı itibariyle karşı-devrime direnmesi değil yuva olması ihtimali ağır basan Kurucu Meclis’i feshettiler. Buna yöneltilen eleştirilere cevap yetiştirerek mi yüzüncü yıldönümünü kutlayacağız?

İç savaşı demokrasi merceğinden değerlendirebilir misiniz? Köylü okyanusunda merkezi planlamayla sanayi kurmak gibi bir devrime daha imza atanlara “ama fazla otoriter davrandınız” denebilir mi? Göstere göstere gelen faşizme ve savaşa hazırlandılar. Görülmemiş bir vahşetle saldıran düşmanı geri püskürttüklerinde Avrupa’nın bir bölümünde sosyalist iktidarların yolu açıldı. Kızıl Ordu’nun bu devrimlerde oynadığı rolün fazla olup olmadığını mı tartışacağız? Sömürücü sınıfları, Nazi işbirlikçilerini devirmenin azı fazlası mı olur!

Bu ağır kuşatma ve saldırıların altında halka önderlik eden bir partinin iç demokrasi eksiklerini eleştirmek şaka bile sayılabilir mi?

Yüz yıl sonra bu siyaset dışı ve tarih dışı eleştirilerle hesaplaşmaya değer mi?

Lenin devrimdir, devrimi yapan partidir. Sovyetler Birliği’nin Lenin’siz düşünmek, devrimsiz sosyalizm olur mu!

Stalin ise tek ülkede sosyalizm, sanayileşme ve anayurt savaşıdır. Sovyetler Birliği’ni Stalin’siz düşünerek, sosyalizmsiz, sanayisiz-planlamasız ve işgal altında ölü bir ülkeye çıkılır...

Bu tarihin içinden ayıklama yapılamaz. Yüz yıl önce kurulan işçi sınıfı iktidarına “içeriden bakmaktan” başka sosyalizm yolu yoktur. Ayıklamanın ve itibarsızlaştırmanın tasfiyecilik ve karşı-devrim anlamına geldiğini Sovyetlerin son dönemecinde gördükten sonra hele…

O tarih boyunca özel mülkiyet yok edildi. Yoksulluğun yerine dünyanın önde gelen bir sanayi toplumu geçti. Kadın erkekle eşitlendi. Zorunlu bütün toplumsal ihtiyaçlar çerez parasına erişilir kılındı. Tiyatronun, balenin, operanın kapıları emekçilere açıldı. Müzeler Moskova metrosuna taşındı. Cehaletin yerini ileri eğitim aldı. Çarlık hapishanesinden çıkan halklar hem ana dillerine hem Sovyet yurttaşlığına ulaştı. Bu ülkede ırkçılık, sosyalizme düşmanlık, sömürü istemek yasaktı…

En iyisi, bu görkemli toplumsal devrimin boşluklarının, eksiklerinin peşine düşüp sorun avcılığı yapanları yüzüncü yılın şerefine gündemimizden düşürmektir, bana sorarsanız.

Gorbaçov ve Yeltsin tescilli soytarılar; onları geçelim. Peki yüz yıl sonra Buharin’den mi yoksa Trotskiy’den mi miras çıkıyor? Hruşçov’dan, Soljenitsin’den öğreneceği ne var insanlığın?

Sovyet deneyi ve Ekim Devrimi ise bize sömürücülerin nasıl alaşağı edileceğini, işsizliğin nasıl “yasaklanabildiğini”, bilimin ve sanatın nasıl iktidara yükseldiğini öğretiyor.

Sorun avcıları Sovyetler Birliği çözüldükten sonra 20. yüzyıl sosyalizmi diye hor görmeye kalktılar bu tarihi. Dünya Orta Çağ karanlığına, militarizm çamuruna saplanırken 21. yüzyılın özgürlükçü solcuları kendilerine kök ve esin kaynağı aradıklarında çevrelerinde neo-liberalizmin, küreselleşme ideolojisinin yalan dünyasından başka ne buldular? Ortalık dinsel taassuptan geçilmiyor ve birileri reel sosyalizmin dini baskılamasından hayıflanıyor. Dünya emek cehennemine dönmüş, kalkılıyor merkezi planlamanın verimsizliğinden dem vuruluyor. 21. yüzyıl dünya çapında çete savaşlarına sahne olurken sosyalist ülkelerin de hegemonya arayışında, imparatorluk sevdasında oldukları yolunda teoriler uçuruluyor.

Ekim Devriminin yüzüncü yılında bunlar gündemimizi işgal etmemelidir.

Ekim Devrimi, heyecan verici bir tez, tutarlı ve çok güçlü bir teori, kahramanca denemelerle eşdeğer olan tarihimizin, işçi sınıfının sosyalizm ve devrim mücadelesi tarihinin gerçekleşmesidir. Bu gerçekliği görmezden gelen, etrafından dolanan, küçük gören, unutturmaya çalışan, karalayanlar için en fazla üzüntü duyarız. Sağlıklı ve devrimci yöntem kendimizi bu tarihin içine yerleştirmek, ayaklarımızı o mirasa basmak olabilir yalnızca.

Efsane yaratmayız, zaten ihtiyacımız yok. Efsane yaratamayız da; çünkü bir yenilgiye uğradık. Belli ki yeterince güçlü değildik.

Ama ayaklarımızı bastığımız zemin ve bugün sahip çıkacağımız değer Ekim Devrimidir.

Ekim Devrimi ve onun üstüne geçmişte kurulanlar devasa bir kaynak, öğretici bir deneyim, benzersiz bir hazine.

Yenilgi mi; evet yenildik.

Ne yaparız? Nerede kaldıysa oradan devam ederiz.