Yolsuzluğun yeniden keşfi

24 Haziran’dan bu yana muhalif gazeteciler, muhalif gözlemciler, muhalif sosyal medyacılar, muhalif sokaktaki insanlar… hep birlikte ve ayrı ayrı yolsuzluğu keşfediyorlar.

Ben de hep aynı saptamayı tekrarlıyorum: Türkiye’de toplumun sorunu “bilmemek” değildir. AKP yandaşları ve AKP karşıtları “biliyorlar.”

Yandaşlar her tür hukuksuzluğun, yolsuzluğun bilincinde. Bir bölümü bunların bir nevi cihat olduğuna inanıyor. “Allah için mubah” oluyor. Bir başka bölme adaletsizlikten pay alarak suç ortağı oluyor ve susuyor. Geri kalanlar kendi paylarına da bir şey düşeceğini ümit ediyorlar! Bazılarına ahlaksız, bazılarına vicdansız diyebiliriz. Ama emin olalım, hepsi biliyor.

Karşıtlar ise bildiklerini sık sık unutuyorlar.

Fazla bilgisayar kullanmak, sosyal medyada gününü gecesini geçirmek zekâ düzeyini düşürüyormuş, diye bir haber vardı geçenlerde. Sansasyon bilime gelmez. Fazla sade ve indirgemecidir. Bana sorarsanız, asıl faktör örgütsüzlükten ileri gelir. Örgütsüz insanlar kendilerini en fazla (belki de yalnızca) sosyal medyada “değerli” hissediyorlar. Bu insanlar örgütsüz oldukları için akıllarını ve hafızalarını da koruyamıyorlar.

Neyse, ben seçime döneyim. Sanırsınız ki, birilerini, bir tomar pusulayı mühürlerken gösteren ilk video 24 Haziran’da çekildi. Sanırsınız ki, yüzlerce yaratığın havaya kurşun sıkması gibi bir olay ilk kez geçen pazar yaşandı. Sanırsınız ki, seçime birkaç gün kala AKP’li vekil ailesinin Suruç’ta katliam yaptığı önceki hafta hiç duyulmadı. Sanırsınız ki, Anadolu Ajansı sandık verilerini nasıl temin ve tasnif ettiğini ilk kez bu seçimlerde sır gibi sakladı…

Ben de, bu seçimin ilan edilen sonuçlarının bir “seçim sonucu” olarak görülebileceğine inanmıyorum. Yani “yolsuzluk hep vardı” diyerek 24 Haziran yolsuzluğunu sıradanlaştırmak gibi bir amacım, buna yorulacak bir düşüncem yok. Hatta derim ki, kimse bu veriler üstüne analiz falan yapmasın. Nasıl işsizlik oranı gerçeğin yarısı olarak ilan ediliyorsa, oylar da öyle.

Ama bundan önceki seçim akşamlarını aklımızdan bir geçirelim.

O zamanlarda da, sanki YSK, seçmen sayısından defalarca fazla sayıda pusulayı ilk kez basmıştı. Sanki ilk defa neden böyle yaptığını açıklamamıştı. YSK itirazlara “sonucu değiştirmez” diye ne zaman yanıt vermedi? Kaç kere gözlemciler “ilk defa” seçmen kurullarından uzaklaştırıldı? Kaç kere mühürsüz oylar ilk defa geçerli sayıldı? Kaç kere mühürlü oylar ilk kez çöpte bulundu? Kaç kere asıl hırsızlık bilgisayar sistemindeki gizli “ara yüzde” dendi? Kaç kere, bu “ilk kez” iddia edilmiş gibi yapıldı? Hangi seçimde “bu seferki denetleme örgütlenmemiz mükemmel, bütün sandıklara hakimiz, acayip bir sistem kurduk, önceki hırsızlıkların tekrarına izin vermeyeceğiz” denmedi?

Bakın; bir: Burjuva parlamenter sistem halkın özgür iradesinin temsilini öngörmez. Hiçbir zaman öngörmemiştir.

İki: Burjuva seçimleri halkın tercihlerinin açığa çıkmasını değil, saptırılmasını amaçlayan bir sistemdir.

Üç: Kriz dediğiniz şey istisnai bir olgudur, değil mi? Ama sistemin bu hedeflerine ulaşması değil ulaşamaması kriz belirtisidir. Ne zaman ki örgütlü halk, iradesinin temsili için ağırlık koyar, ne zaman ki halkın gücü karşısında tercihlerin saptırılması mümkün olmaktan çıkar, bilin ki sistem krizdedir. Dört: Kriz denen olgunun bir yüzü yönetenlerin yönetememesidir. Bugün Türkiye’de bu var. Yönetemedikleri için çalıp çırpıyorlar. Seçim dahil.

Beş: Kriz denen olgunun diğer yüzü yönetilenlerin eskisi gibi yönetilmeyi reddetmekten öte, bu reddiyelerini örgütlü bir mücadeleye doğru taşımalarıdır. Türkiye’de eksiklik buradadır. Düzen partileri ve onların etkisi altındaki halk anlamında “muhalefetin” gündeminde ret falan yok. Örgütlü mücadeleye ise düşmanlar. Bu nedenle krizin derinleşmesini istemiyorlar, iktidarla uzlaşmaya devam diyorlar.

Düzenin muhalefeti buysa kitleler unutmaya devam eder.

Unutkanlığın yanına aptallaştırma da eklenmiştir. Seçim öncesinde hırsızlığın yasallaştırılmasını kabul edenler, seçim sonrasında silahlı çetelerin gösterileri altında yenilgiyi kabullenmişlerdir. Kılıçdaroğlu haklıdır! Yenilen CHP değildir. Düzenin devamından şikayetçi olmayan CHP niye yenilmiş olsun! HDP’liler sonucu halaylarla kutlarken “bir yanlıştır” yapmıyorlardı. HDP’nin düzenin sürmesiyle ilgili bir sorunu yok ki! Onlar da kendilerini başarılı buluyorlar.

Hangi kriterlere göre başarılı? Hile yapmanın kanuna uygun olduğu bir seçimde, bununla da yetinmeyip döve öldüre, kaynağı bilinmeyen verileri ilan ederek sayım yapılıyor ve muhalefet partileri kendilerini başarılı sayıyor. HDP dahil bütün düzen muhalefeti birlikte denetleme sistemi kuruyor, sonra AA’ya fit oluyor. Akşener başarılı! Karamolla başarılı! Perinçek kendine haksızlık ediyor…

Bunlar hep “Tayyip gitsinciydi.” Her şey bir yana, Tayyip gitmeliydi. Bu olmadığına ve başarılı olduklarına göre, kriter düzenin ta kendisidir.

Yeri gelmişken; Kılıçdaroğlu’nun koltuğa yapışmasından şikâyet edenler, ilk turda kazanmayı, bir gün önce başarı kriteri olarak ilan eden İnce’yi geleceğin lideri olarak görüyorlar!

Yeri olmaya devam ediyor; HDP’nin matematiğine göre HDP barajı geçtiğinde AKP+MHP 297’yi kesinlikle geçemeyecekti. Hesap hatası mı, seçim vaadi mi, yalan mı? Kim kimi kandırdı?

Akla bir soru daha gelebilir; geldiyse etrafından dolanmayayım: Ben komplo teorilerine değil sınıf mücadelesi teorisine inanıyorum. O nedenle MHP’nin seçim sonucunu basbayağı ayarlayan manipülasyonun HDP’ye neden baraj atlattığı gibi bir tartışma açmıyorum. Yalnızca HDP’nin meclise girmesinin AKP’yi ve TÜSİAD’ı ve başkalarını rahatsız ettiğine asla inanmıyorum. Mücadele ettik, barajı aştık diyen yüzsüzlerin seçimde yalnızca baraj şantajıyla “mücadele ettikleri” açıktır.

Bu yazıdan sonra “seçim hilesinin keşfi” konusunda bir daha yazmayacağım. Son olarak şu: Sistemin karakterindeki adaletsizlik ve AKP iktidarı altındaki ahlaksızlık hakkında söz söyleyen ve mücadele eden tek parti TKP’dir. Ne Erdoğan’a teslim oluruz, ne sokak çetelerine. CHP’nin İncelisi ile Kılıçlısı arasında fark görmeyiz. Amerikancı ve Avrupacılardan, Şeyh Saitçi ve Saidi Nursicilerden sol türetme çabalarına pabuç bırakmayız.