Yerel Tuzak

"Senin ne projen var?"

Bu soruyu düzen partileri ve adayları birbirlerine sorabilirler. Haklı olurlar. Aralarındaki fark bir projenin bütçesi, fizibilitesi, rasyonalitesi kadardır.

Bu ilk cümleler bile hemen bir sol itirazın konusu olabilecektir. "İyi de, projenin sunulduğu merci halkın oyu değil mi?"

Üzgünüm ama değil.

Doğrusu şudur: burjuva demokrasisinin ne olup ne olmadığına dair şaşkınlıklar iflah olmaz sorunlara kaynaklık edecektir.

"Herkes projesini sunsun. En makul olan kazansın."

Seçim sisteminin böyle bir şey olduğuna, zaten egemen güçler bütün milleti inandırmaya çalışıyor!

Solun zihni, söz konusu olan genel seçim ise, hiç olmazsa bu açıdan daha rahatlar. Projecilik bir hastalık ve bir operasyon olarak her yere uzanmaktadır, gerçi ama yine de meclisi oluşturmak için yapılan oylamada siyasi güdülerin üstünün örtülmesi her zaman güç olmaktadır. İdeolojilerin ölüp bitip gittikleri iddia edilen bir çağda bile, insanlar sandık başında ideolojik bir yaratık haline geliyorlar. Parlamento seçimlerinde daha fazla, yerel yönetim seçimlerinde daha az...

Bu farklılaşmanın nedenleri belli. Ama solun yerel yönetim projeciliğine atlama eğiliminin nedenleri biraz karışık. Bu noktada çok şey söylenebilmektedir:

Demokrasinin küçük küçük, adım adım başlayacağı. Sosyalizmin de ancak o küçük adımları atmayı bilenlere yaraştığı. Merkezi iktidarın genel olarak yerelliğin gereksinimlerini karşılayamayacağı. Merkezi iktidarın denetimden uzak, yerel yönetimin halk denetimine açık olduğu. Yerel yönetimde asıl önemli olanın hizmet olduğu...

Bu tezlerin her biri, belirli bağlamlar içinde değerlendirildiğinde hak verilecek bazı yanlar barındırabilir. Ama o kadar. Bu tezler, kısmen hak verilebilecek bağlamların ötesine taşındıkları her örnekte sonuna kadar yanlıştır.

Merkezi siyasal iktidar değişmeksizin demokrasi toplumun çoğunluğunu kapsayamaz. Dolayısıyla küçük adımlardan demokratikleşme yönünde bir şey çıkmaz.

Sosyalizm küçük adımların ötesinde büyük bir sınıf kimliğine angaje olanların işidir, dersek daha doğru olmaz mı?

Merkezi iktidarın eksikleri mi? Peki merkezi planlamanın parçası olmayan yerel süreçlerden verim alınabilir mi? Hatta merkezi planlamadan özerkleştirilen her noktada piyasa anarşisi virüsü üremez mi?

Hizmetin belli bir türde organizasyonunun sömürüyü derinleştireceği açık değil midir? Ve dahi, en acımasız sömürü mekanizmalarının hizmet verimliliği adına halkın üstüne salındığının sayısız örneği yok mudur?

Yerel düzeydeki müdahaleler karmaşık çıkar ağlarıyla doludur ve o karmaşanın içinde emekçilerin kendi ortak çıkarlarını keşfetmeleri, hemşeri patronlardan, para dağıtan tarikatlardan ayrışmaları çok zordur.

İşçi sınıfı ve halk gibi kategoriler, olsa olsa ülke ölçeğinde anlam kazanırlar. Yerel düzeyde işçiler, emekçi öbekleri vardır, ama bunların bütünselliği bu ölçekte kurulamaz.

Ya da gericilikle mücadelenin ülke çapında taleplerini ortaya koymak mı kolaydır, yoksa karşı apartmanda oturan, aynı marketten alışveriş eden, yani yaşam alanının birleştirdiği yobazdan, daha doğrusu "hacı amca"dan ayrışmak mı?

Düzen partileri ve siyasetçileri, kumarbaz jargonuyla "ne var elinde?" diye soru yöneltebilirler birbirlerine. Çünkü hepsi piyasanın masasında oturmakta hepsi yabancı fon avına çıkmakta ve masaları da, gericiliği temsil eden veya gericilikten bir biçimde nasiplenen bir ara yüzeyi ifade etmektedir.

Bu masada işi olmayan solun, "anlat projeni" diyenlere vereceği iyi yanıtlar ise, kesinlikle vardır.

Örneğin sosyal-demokrat DSP'nin İstanbul adayının, zamanında MHP adayıyken ortaya attığı büyük Marmara köprüsünü sorarak verilebilir bu yanıt. Unutanlar veya duymayanlar için söylemeliyim bu eski projede, ayakları muhtemelen adalara dikilecek olan köprü Yalova'dan Trakya'ya doğru gidiyor ve Marmara'nın üstünden geçiyordu!

Genç işsizliğin 1/4 oranına çıktığı bir memlekette "işsiz kalmayacak" vaadi kulağa pek hoş gelebilir. Ancak işsizliğe karşı mücadeleyi, işten çıkarmaların yasaklanmasıyla değil zihni sinir projeleriyle betimleyene, kim olursa olsun, verilecek yanıt, "gel ben sana iki anahtar vereyim" falan olmalıdır.

Bunun ötesi yoktur. Aynı masanın kumarbazları aralarında ne halt yerlerse yesinler.

Ama solcular bilsinler ki, paranın, fonların, türlü ahlaksızlığın oluk oluk aktığı o masadan birileri, bizim projelerimizi yalnızca tuzağa düşürüp alay etmek için sorarlar.

Piyasacılığa, işbirlikçiliğe ve gericiliğe karşı mücadele ise bu anlamlarda bir "proje" değildir.

Not: Bu haftadan başlayarak Çarşamba günlerine ek olarak Pazar günleri de bu köşeyi işgal edeceğim. Sol Haber Portalının ilgili yerindeki anonsun gözden kaçma olasılığına karşı bir duyuru da buradan yapmanın yararı olabilir...