Yangın

Ormanlar yanıyor. Yaz sıcağında onca kuru yaprak ve kuru odunun tutuşma olasılığının yüksek olduğu varsayılır. Hatta bir su damlacığının bile mercek görevi görüp kundakçılığa soyunabileceği bilinir. 

Yanlış değil, bu geleneksel bilgiler. Su damlacığının yanına daha az masum bir kırık cam parçasını, basbayağı suç sayılması gereken sönmemiş izmaritleri de siz ekleyin. 

Ama Türkiye’nin ormanları sıcağın katalizörlüğünün ötesinde boyutlarda yanar. Artarak ve yayılarak yanıyorlar.

Basına yıllar önce yansıyan bir habere göre Türk ve Yunan istihbarat örgütlerinin bir mücadele aracıymış yangın çıkartmak. Çok mantıklı! Olayın bütününün kirli mantığı düşünüldüğünde “neden olmasın” denir yalnızca… İlginç ve mantıklı olan bir nokta da bunların haber olmamasıdır. Düşünsenize, hangi istihbarat örgütü “böyle yakarlar senin ormanını” diye faaliyetini ifşa edebilir? Karşı taraf açısından da, ormanını koruyamama durumu yine üstünün örtülmesi gereken bir zaaftır. Haber rastlantısaldır. Ormanı yanan, ötekinin ormanını yakarak yanıt verecektir! Bizse bilemeyiz, o haberin aslında örtülen kaç hektarlık yangının ateşini daha barındırdığını… 

Devletin bürokratik mekanizmalarının son derece enerjik bir müdahale gerekirken hantal kaldığı örnekler de çoktur. Özelleştirmeci ahlaksızlık zaten verimliliğin kriteri olarak rekabet ve para kazanma güdüsüne kafayı aptalca takmasıyla ünlü. Ama ateş olmayan yerden duman çıkartmayı özelleştirmeci ahlaksızlar bile çoğunlukla beceremez. Bürokrasi beceriksiz olabilir veya insanlar bilinçsiz… 

Ne bileyim, bu tür acı saçmalıklardan bir tanesine, zamanında Gelibolu yarımadasını kavuran bir felakete, kümesinden hırsızlık yapan kediyi yakalayıp üstüne benzin döküp yakmaya yeltenen bir bölge sakini imza atmıştı! Konumuza dönersek en enerjik yangın söndürme mücadelesi bile saniyede birkaç ağacı tutuşturma kapasitesine sahip hayvancık karşısında çaresiz kalırdı. 

Neyse ki bunlar istisnadır ve asıl olan eskiden tarla açmak, daha yakın zamanlarda da beton dökmek için ağaçların katledilmesidir. Kes kes nereye kadar! Topluca yakıyorlar, mümkünse… Sözde yanan orman alanının yeniden ağaçlandırılması kuraldır. Ama bunun göz yumması var, imar affı var, kitabına uydurup orman statüsünden çıkartıvermek var…

Ve artık bu noktada kapitalizmin yağmacılığı hükmünü alenen icra etmeye başlamış demektir. 

Yine mi kapitalizm demesin kimse. Bal gibi karşımızda bir sistem sorunu var. “Ormanların korunması için de sosyalizm gerekiyor” diyeceğim ve ekleyeceğim: Bugün yaşananlar karşısında “yahu yangını önlemeyi de sosyalizme mi erteliyorsun” tepkisini veren art niyetlidir. Bu tepkinin iyi niyetle verilmiş olması için, kapitalizm koşullarında yangına karşı mücadele ediliyor olması gerekir. 

Oysa sömürü düzeni doğayı korumaya değil yok etmeye endeksli. Dolayısıyla sosyalizm dediğimizde ertelemiyor, tek gerçekçi ve köklü çözümü dillendirmiş oluyoruz.

Yukarıda bahsi geçen alçak istihbarat örgütleri de sömürü düzeninin parçasıdır. Hakkında abuk sabuk rivayetler çıkartılan reel sosyalist devletlerde bir istihbarat biriminin “yakalım” önerisiyle üst kurula başvurma olasılığı yoktur. Sömürü düzeni, kurumlarında sapkınlık üretir. Bu sapkınlık sosyalizmin varlık nedeniyle çatışacaktır. İddia ediyorum, “biz” yapmamışızdır. Kanıtım da var: Ortada bir iki istisnai örnek olsa bugüne kadar Soğuk Savaşçılar ne filmler çekmiş, ne öyküler yazmış olurdu!

Hayvana işkence edebilmek için, insanlara insanlardan nefret etmeyi öğreten, rekabetten delirten bir düzenin varlığı tarihsel önkoşuldur. 

Milliyetçilik de sömürü düzeninin çocuğu değil mi? Kürt milliyetçilerinin ilk doğa kundaklama icraatı bu yaz yaşanmadı. Sanırım iki orman yangını adı yeni duyulan bir örgüt tarafından sahiplenildi ve Kürt ulusalcı basını tarafından haberleştirilerek teyit edilmiş oldu. 

Kürt milliyetçileri, bir savaş silahı olarak orman ve köy yakmasıyla defalarca kayda geçen devletten bu yolla intikam almayı tasarlıyor olabilirler. Belki de Türkiye turizmini çökertme planı yapmışlardır. Aptalca bir alçaklık. Çöken doğa. Çöken insan. Çöken insanlık. 

Yeşil düşmanlığını sıradanlaştıran beton kapitalizmi, orman yangınını çoktan önemsizleştirdi bile. İki şey bir arada duramıyor artık: Özelleştirmecilik, yani kapitalist yağmacılık ile doğanın insan yaşamının organik bir parçası olarak algılanması ve sahiplenilerek korunması… Koruma önlemlerinin maliyetinden kısacaklar ki, sermaye sınıfına daha fazla kamu kaynağı aktarılabilsin. 

Hatta koruma önlemlerinin kendisi bir kaynak aktarma mekanizmasına neden dönüştürülmesin? Onu da yapmışlar ve orman yangınlarına karşı mücadeleyi yandaş şirket kurup ona ihale etmişler. Türk Hava Kurumu uçak ve personeline ödeyecekleri paraya kıyamamışlar, “size ihtiyaç yok” demişler ve yangına karşı harcanacak her gram enerjiyi, kısılacak maliyet olarak gören alçakları zengin etmişler. “Orman yanarken sermaye nasıl büyütülür?” sorusu kapitalizme aittir ve anlaşılan artık iktisat ve işletme ders kitaplarına girecek kadar bilgi ve deneyim birikimi elde edilmiş durumdadır. 

Ne yapacağız peki? Söndürme işini sosyalizme mi erteleyeceğiz?

Kapitalizm acımasızca yok ediyorken birileri omuz silkip seyrediyor olabilir; hatta sırıtıyorlardır. Yanlarına biz de ağlayarak eklenmeyeceğiz elbette. Başka bütün başlıklarda olduğu gibi, kapitalizme karşı mücadelenin henüz zafer günü gelip çatmadan çok önce, adım adım büyütülmesi bile sömürü ve yağmayı sınırlayacak, insanlığa nefes alma imkânı verecektir. Bizim tarihimizde yangında yaşamını veren üst düzey itfaiye yöneticileri, bölge orman müdürleri, parçası bildiği doğayı kurtarmak için öne atılmaktan çekinmeyen insanlar vardır. Nice örnekte halk dayanışması felaketleri kuşatmayı veya yaraları sarmayı mümkün kılmıştır. 

Gündelik olarak yapılması gereken elbette budur. Ancak kundakçı bir düzen işbaşındayken sorunun halledilebileceğini zannetmek ile sonuçların hafifletilmesi için mücadelenin kundakçılık düzenini de kapsayacak biçimde yürütülmesi arasında büyük fark vardır. 

Kapitalizmi reddedenlerin çoğalması bu cehennemin yakıcılığını kuşkusuz azaltır. Bu düzene son verme mücadelesi de düzeni reddedenleri çoğaltmaktan başka nedir?