Yağmaya doymayanlar

Çılgın sıfatı delinin şirinleştirilmiş halidir. Bizdeki macerası olmasaydı deli bile şirin gelebilirdi.

Galiba önce Çılgın Türkler icat olundu. Türkiye’nin dokularının parçalanmasına giden bir süreçte milletin uyutulmasından başka işe yaramadı bu çılgınlık. Yurttaş olmaktan çıkıp tebaaya dönüşeceksiniz, emekçi hakkı sadakaya, sosyal devlet dini bütün ve cebi şişkin Müslümana teslim; toplum birbirinden nefret eden alt kimliklere dağılacak, mücadelenin yerine bir yalakalık kültürü geçecek ve bu arada geçmişle övünen bir milliyetçilik hepsini örtecek.

Sonra Çılgın Proje çağına girdik. Türklüğün delirmiş hali yobaz diktatörlüğünü cesaretlendirmişti. Normal görünme devrini kapattılar. Geçmişte neler neler yapmış olmakla övünenlerin eline, yobazlık kâh Şam’da namaz hayalini tutuşturdu, kâh namaz yeri Ayasofyalar oldu. Bitmedi, Trakya’yı boydan boya kesmenin hastalıklı düşü kuruldu… Elde kalan, her yere her biçimde beton ve asfalt dökmektir. Türkiye’yi yöneten akıl beton ve asfalttandı artık.

Çılgınlığın yağmacı hali şirin olmuyor. Betona ve asfalta insan kanı karışıyor oluk oluk. Üstünde yol alanlar veya içinde yaşayanlar ise insanlıktan çıkıyor.

Durum budur ve yağmacılığın son fantezilerinden birini Hürriyet’teki köşesinde akla zarar şeyler yazmasına şaşırmadığımız Ertuğrul Özkök sergilemiştir. Bu bir yarış.

Yağma yarışı! Özkök Çanakkale kentinin karşısındaki toprakların üstüne “Cumhuriyet’in ilk megapol şehrinin” kurulmasını önerdi. Sebep?

Ben söyleyeyim; inşaatçılar İstanbul’un Anadolu yakasında yaptıkları konutların ancak beşte birini satabilince göç mevsimi gelip çatmış olabilir. Avcı toplayıcı kavimler misali, çevreyi kurutup, geride enkaz bırakıp başka vadilere, ormanlara saldırır sermaye sınıfı.

Hukuksuzluk, keyfilik yarışı! Adam Çanakkale’nin karşısı diyor. O bölgenin delik deşik edilen statüsü milli parktır. Neden öyledir? Çünkü orada tarih ve doğa yatar. Dolayısıyla Türkiye toplumu bu değerini koruma altına almayı denemiştir. Cumhuriyet henüz varken!

Cehalet yarışı! “Megapol şehir” lafının kendisinden başlayarak üstelik. Pol eki ile şehir sözcüğünün aynı anlama geldiğini bilmemek ayıp değil. Ama bunu bilmeden “benim görüşüm şu” diye yazmak ayıptan öte.

Uydurma yarışı! İstanbul-Megapol arasına “dünyanın en hızlı treni” yapılmalıymış. Sebep? Dünyanın ikinci hızlı treni olsa, olmaz mıymış? İstanbul ile Çanakkale’yi birleştirecek bayağı hızlı bir yolun denizden geçtiğini görmek için allame olmak gerekmez. Ama Ertuğrul bey, insanların bir yerden diğerine hızlı ulaşabilmeleriyle ilgili olmayıp, karayolu manyaklığıyla yarışmaktadır. Yani akaryakıttan, yol yapımından, otomotivden elde edilen kârdır konusu.

Mesele hız olsaydı, Çanakkale’de, açıldığından bu zamana kadar günde taş çatlasa iki-üç sefer yapılan, çoğunlukla da ışıkları kapalı, karanlık bir beton yığını olarak ovaya çökmüş bir havalimanı olduğunu hatırlardı.

Çılgınız ya, projeyi sunalım ve yalakalık yarışı eksik kalmasın! Olmayan cumhuriyetin yüzüncü yılını İstanbul’dan bir megakente saatte kaç yüz kilometreyle giderek kutlamak istersiniz?

Doğrudur, Erdoğan’a çok yakışır Özkök projesi. Aslında Özkök projesi yağmacı sermaye sınıfının yobazlık ve cehaletle tarihsel uzlaşmasının simgelerinden biri sayılır.

Ama bir yarışmada bütün ödüllere birden göz dikmek niye? Bu ne arsızlık!

Çanakkale’nin adını beğenmemiş. “Troya” olmalıymış. Bu kez sebebi de var: Çanakkale adı uydurukmuş. Bana sorarsanız, iki yakadaki iki kaleyi ve özgün seramik merkezi kimliğini çağrıştırmaya pek uygundur derim. Ama kişisel kanaatler bir yana, “savaşa bile Gelibolu savaşı denir” diye yazmak nedir? Savaş Gelibolu yarımadasının burnunda olduysa, adına ne denecekti? Yerli halkın ise, o acı ve alçakça olayı en yakın en büyük yerleşim merkezinin adıyla anmasında ne sakınca olabilir? Ayrıca yabancı dillerde Gallipoli ve benzeri sözcükler kadar Dardanelle ve benzerleri de kullanılır ve bu ikinci sözcüğün Çanakkale-Troya arasındaki antik Dardanos uygarlığından türeyip Boğaza adını verdiği besbellidir. Eee…

Bu arada Troya veya Truva’nın Boğaz kenarındaki il merkezine mesafesi 30 kilometreden biraz fazla olmalıdır. Artık genişleyen kentin neredeyse merkezinde sayabileceğimiz eski uygarlıksa Abidos adını taşır. Eee…

Eee’si şu ki, Çanakkale isminden kimsenin şikâyeti yok. Ama Troya’nın reklamı kuvvetli.

Bu deli ve cahil fantezisinin, ülkenin yöneticilerinde ve zenginlerinde yankı bulması beklenir. Zaten Valiliğin önerisi üzerine Kültür Bakanlığının 2018’i “Troya yılı” ilan etmesi de rastlantı olamaz. Kaldı ki, tarihi yarımadanın giderek şiddetlenen yağmalanma süreci gelip bir köprüye daha dayandı bile. Yağmacı deliler çağında köprüler, ne kadar insanın üstünden geçeceğine değil, sahiplerine halkın cebinden kaç para garanti edildiğine göre anlam kazanıyor.

Fanteziye devam: Hollywood uydurması Troya filminin Brad Pitt’i bu işlerin reklam yüzü olacak mıymış? Bana sorarsanız, Schliemann atlanmasın derim. Arkeolog geçinen Heinrich Schliemann Troya’nın bütün tarih katmanlarını birbirine karıştırma ve içinden çıkılmaz hale getirme pahasına antik kenti yağmalayan bir hazine avcısıydı. Priamos hazinesinin en nadide parçalarını karısına takıştırıp çektirdiği resim bilimin yüzkarası ve ahlaksızlık abidesidir. Özkök’ün dilediği megapol şehir yapılırsa tepesine Schliemann’ın dünyanın en büyük heykeli dikilmelidir. Kaidesine de hazine avcısının bir ara sarf ettiğine emin olduğum şu söz yazılmalıdır: “Benden sonra tufan.” Açılışında ne Erdoğan ne Aydın Doğan ne de Özkök gözyaşlarını tutabileceklerdir.

Bütün bunları ancak rüyalarında görürler ve o çok satan gazetelerinde yazarlar.