Üç mü, on mu?

CHP seçim barajının yüzde 3’e düşürülmesi için önerge vermiş.

Anneannemizin tarifi: Yettiği kadar tuz, göz kararı un...

Yüzde 3’ü duyan AKP’liler kasıklarını tuta tuta gülmüşlerdir. Çünkü detayları henüz bilinmese de gündeme getirdikleri dar bölge sisteminin mantığına göre ülke barajı sıfıra bile iner.

Kim daha demokrat?

Yüzde 3’ün objektif bir ölçütü yoktur ve olamaz demeye çalışıyorum.

Denebilir ki, ama dünya örnekleri...

Başka ülkelerden bize ne? Önce niye oralara bakmak zorundaymışız, biri bunu açıklasın! Dünyada krallar var, din devletleri var, ordusu olan ve olmayanlar var, var oğlu var.... Neden bazılarının barajını örnek alacakmışız?

AKP’nin olası “barajsız” sistemi, elbette demokratik değil, ahlaksız bir öneri. “Azalan oy oranıyla çoğalan sandalye nasıl kazanılır?” Bu soru ahlaksızca.

Barajı bilmem, istenen yüzde 40’ın altında kalan oy oranıyla bunun iki katı temsilciye ulaşmak. Bu, seçmenlerin yarısına pratikte baraj uygulamaktır zaten. Önce soL yazdı: Darbedir bunun adı.

Ancak ahlaksızlar akılsızlardan daha demokratik olduklarını iddia edebilir ve seyircileri ikna edebilirler. AKP, CHP karşısında seçim sistemi tartışmasına 3-0 önde başlar!

550 adet dar bölge, “azalan oya çoğalan temsil” formülüdür ve bir zihni sinir projesidir.

Bu garabeti savunmakta kullanılacak bir argüman seçmenin vekilini bire bir tanıması olur. İlk bakışta akla yatkın gelen bu gerekçe saçmadır. Apartman yöneticisi mi seçiyoruz?

Eğitim sistemini belirleyecek, ekonomik büyümeyi tartışacak, dış politika stratejisini irdeleyecek bir bileşimin “tanıdıklar”dan oluşturulması aptalca bir fikirdir. Eğitim sistemini öğretmen, veli ve öğrenciler ekonomik büyümeyi işçiler, kamu emekçileri, emekliler dış politika stratejisini hukukçular, sendikacılar, askerler ve sıradan insanlar tartışabilmelidir elbette. Tartışmak ne kelime, ağırlık sahibi olmalıdırlar. Ama o halde bu kesimlerin örgütlü varoluşları ile ulusal karar organı olarak parlamento arasında bir köprü kurmayı önerirsiniz. “Bizim Ahmet dayının oğlu”, “Şoför Hüsrev’in abisi” türünden tanışlarla toplumsal temsiliyetin ne alakası olabilir!

Ama püf noktası bu da değil...

Ne 3’ü, ne 10’u? Ne diyor bunlar!

Genel oy nereden icat olundu? İktidar, tanrının temsilcilerinden yeryüzüne indirilecekse, halk da temsil edilmek durumundaydı.

İlk başlardaki mülkiyet kriteri yani parası, malı, toprağı olanların seçmen olabilmesi kısıtıyla, uzun süre devam eden “seçmen erkektir” sınırlamasıyla bu büyük değişim tatmin edilemezdi.

“Halk temsil edilsin ama istikrarlı bir sonuç üstünden...” Emriniz olur, istikrar adına bir kısım seçmenin temsil edilmeyeceği bir sistem kuralım o halde!

Döndüğümüz zırvalık budur ve bu halkın temsil hakkının budanmasıdır. Kimin ne hakkı olabilir buna?

Kaldı ki, istikrar da olmuyor. 12 Eylül’den bu yana parlamento aritmetiğinin koalisyon gerektirmediği iki dönem var: 1980’lerin ANAP’ı, 2000’lerin AKP’si. Ama yüzde 10 barajı hep vardı. Demek öyle olmuyormuş.

Ve zaten tek parti hükümeti de istikrara eşit değilmiş: ANAP’a Bahar Eylemleri, AKP’ye Haziran Direnişi...

Barajın her türlüsü adil temsil hakkının inkarıdır. Bu bir hak gaspıdır. Hırsızlığın ayarını mı tartışacağız!

Dahası, gasp veya hırsızlık sola karşı icat edilmiştir!

Suçlu biziz yani... Ya da bizden duyulan büyük korku: 1965’ten 1969’a TİP’in oy oranı yüzde 2,96’dan 2,68’e, sandalye sayısı 15’ten 2’ye düştü! 1970’lerde oyu az kendi büyük soldan duydukları korku, darbecileri yüzde 10’luk duvarın arkasına saklanmaya itti.

Mesele budur. Baraj hırsızlıktır. Sol halktır. Dün de öyleydi, bugün de öyledir. Tartışın bakalım baraj ayarlarını, göz kararıyla tuzun nasıl ölçüleceğini...