Türlü yazı

Aydemir Güler “Türlü yazı” başlıklı yazısı 3 Mayıs Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Önce özür: İki hafta soL portal ve gazetede yazı atladım. Mazeretim Barış Konferansı kapsamındaki çalışmalardı. Cumartesi İstanbul’da çok yoğun bir toplantı, Pazar Antakya’da benzersiz bir barış konseri.

Dolayısıyla bu, dağınık, türlü bir yazı...

Şimdi bir dayanışma mesajı: Antakya’da evi saldırıya uğrayan Ehli Beyt Vakfı Başkanı Ali Yeral’a. Arap Alevileri için en önemli kişilerden biri olan Yeral ile, AKP iktidarında toplumun dinselleştirilmesinden Suriye’ye dönük savaş politikalarına kadar son derece paralel konumlanışlar içindeyiz. Dayanışma duygularımı soL okurlarının huzurunda iletiyorum.

Aynı konuyla bağlı bir de uyarı: AKP Suriye politikası nedeniyle Hatay’ı çoktan kaybetti. Bu taciz, iktidarın bölgeye yönelik yeni müdahale stratejisine ışık tutuyor. Hatay’ı geri kazanmaları imkansız sindirmeyi düşünüyor olabilirler. Büyük bir öfkeye evsahipliği yapan Hatay ancak bölünerek sindirilir. Basit-aritmetik değil, karmaşık-sosyal bir bölme işlemi lazım AKP’ye.

Yani Arap Aleviliğini özellikle dinsel kimlik üstünden provoke etmek. Yani ortaya geniş kitlelerin, ilin bütününün sahip çıkmayacağı tepkilerin dökülmesini sağlamak. Yani Arap Alevilerini, savaş yanlısı politikaların asıl ve biricik hedefinin kendileri olduğu düşüncesine itmek. Yani kendilerini büyük barış cephesinin parçası değil, basbayağı yalnız hissetmelerine neden olmak.

Yeral’ın şahsında gerçekleştirilen provokasyon bunun bilinciyle püskürtülmeli. Yani barış ve dayanışmanın inadına genişletilmesi, örgütlenmesi, cepheleşmesiyle.

Söz geldi, Hatay’ın öfkesine. Geçen Pazar bahar havasında değil, erken yaz güneşinin altında saatler boyu bütün konuşmalara, mesajlara, sloganlara, şiirlere, şarkılara aynı dikkatla yanıt veren on binler... Bu enerjiyi o öfke besledi. Savaşa, kardeşlerinin katline, barış istedikleri için yaşadıkları dışlanmaya, Anayasasıyla, yobazlığıyla üstlerine çöken karabasana öfke...

28 Nisanda Barış Derneği fokurdayan tencereye el attı. Daha önceleri başkaları kapağı açmış, buhar tahliye olduktan sonra hayat devam etmişti. Şimdi öyle olmasın! Antakyalısı, Harbiyelisi, Samandağlısı, İskenderunlusu öfkeyi enerjiye dönüştürsün.

Nasıl mı? “Örgütlü bir halkı hiç bir kuvvet yenemez” demiyor muyuz? Öyle işte.

1 Mayıs öfkesi de örgütlülüğe dönüşmeli. Taksim’de bu yıl olmadı. Kafayı dik tutan, polis saldırısına gün boyu direnen yiğit insanlarımızın enerjisinden söz etmiyorum.

Biri çıksın da söylesin neden AKP geçtiğimiz yıllarda Taksim’i kabullenirken şimdi provokasyon peşine düştü? Neden geçen yıl İstanbul’dan kaçan AKP’li sendikacılar DİSK’e ve KESK’e ortak Taksim önerisinde bulunur? Neden valilik son haftaları papatya falı gibi, “veriyorum – vermiyorum” diye geçirdi?

Çünkü AKP Anayasa’da sıkıştı, toplumu Sünni bir diktatörlüğe ikna edemiyor. AKP Kürt demagojisinde sıkıştı, akiller sakil çıktı. AKP savaş politikasında sıkıştı, Hatay’dan fazlasını kaybedecek... İşte bu sıkışmanın üstüne, emekçilerin AKP’yi reddettiği bir tablo eklenmemeliydi. Basit ama ortalama solun kurtulamayacağı bir tuzak kurdular: Taksim tuzağı!

Peki, sırf hırsız mı suçlu? Kapıyı bacayı açık bırakıp giden ev sakininin hiç mi suçu yok! Sendika bürokratları ve solun bir kısmı tuzağa balıklama atladı. Çünkü bunlar AKP Anayasası’na karşı çıkarken “acaba” diyorlardı, “iyi bir Anayasa hiç mi yapılamaz.” Bunlar barış derken, Esatçı görünürüm diye ölüp ölüp diriliyorlardı. Şeyhlerin eteğini öpen, Kürt yoksulunu Ortadoğu savaşlarına iten ahlaksızlığa karşı çıkacak cesareti gösteremiyor, top gezdirmeye bakıyorlardı. Bunlar, tuzağa düşmeyecekti de kim düşecekti!

Tayyip’e “eh o da ayran seviyor”, Esat’a “ya o da bayağı diktatör” demeyi, “yanlış” ezilen ulus adına yapıldığında duymazlıktan gelmeyi dengeli siyaset sananlar kusura bakmasın. 1 Mayıs dahil.