Toplum mühendisliğinin sonu

24 Haziran 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Cumhurbaşkanı Sezer ile Başbakan Ecevit’in, yani iki cumhuriyet çocuğunun kapışmasıyla tetiği çekilen bir siyasi ve ekonomik kriz, AKP ve Erdoğan’ın şansı olmuştu.

Sadece şans mı? Bu bir toplum mühendisliği harikasıydı. Parti 15 aylıkken oyların üçte birinden fazlasını alarak iktidara geldi. AKP herhangi bir parti değildi. Bu bir “proje”ydi.

Mühendisliğe devam edildi. AKP iktidarının, 1923 Cumhuriyeti’nin yıkılarak yerine Amerikan-uyumlu bir İslam modelinin inşasına dönüşmesi için ülkenin yabancı parayla fonlanması gerekiyordu.

Toplum mühendisliği, kitlesel dalgalanmalardan haz etmez. “Ne kadar kitle o kadar kontrol zorluğu” demektir. Çünkü sınıf mücadelesi manipüle edilemez. Sınıf mücadelesinin kendisi motor güçtür.

Memlekette iki önemli kitle dinamiği vardı. Bunlardan biri, dinci hareket zaten iktidara taşınmıştı. AKP kitleleri, Türkiye’nin alışılmış devlet destekli faşist hareketi oldu kolaylıkla.

Kürt hareketinin de uyumlu hale getirilmesi gerekiyordu. Öcalan’ın hapisliği bu çerçeveye oturtulacak, ama çok zaman alacaktı. AKP egemen güçler blokundan Birinci Cumhuriyetçileri tamamen tasfiye etmeden adım atamazdı. Daha yol var. Ama Kürt siyaseti, tarihimizin en yaygın ayaklanması patlak verdiğinde bile AKP’nin hükümet olmasını alenen destekleyecek kadar yol alındı.

Türkiye egemenlerinin hep uykusunu kaçıran işçi-emekçi potansiyeli ise AB esintili süreçlerde iyiden iyiye çürütüldü. Özelleştirmeler, taşeronlaştırma emekçi hareketinin örgütlenme yeteneğini budadı. Yoksullara, yükselen dinsel düzenin sadaka sistemi yardım elini uzatacaktı.

Kişiyi nasıl bilirsin? Kendin gibi...

Proje lider ve proje parti siyasal mücadeleyi bir tasarım olarak algılıyor ve hayata geçiriyorlar. Proje lider ve proje parti karşılarındaki dinamiklerin hakikiliğini algılamıyor ve onların nasıl bir komplo teorisinden doğmuş olabileceklerine yoğunlaşıyorlar. Proje lider ve proje parti yapaylaşıyorlar, toplumun organik bir parçası olmaktan çıkıp sakil bir eklenti haline geliyorlar, dolayısıyla asalaklaşıyorlar. Gerçek yaşamı, toplumu, insanı algılayamayan bir mühendislik sapması bu.

Taksim direnişinin meşruiyetini yok etmek için iki hafta önce kameralar önünde sergilenen çatışma oyununu hatırlayın.

Erdoğan’ın Esenboğa-Ankara yolunda taşımalı kitlesiyle beraber giderken ara ara durup miting yapışı. Diğer mitinglerin birer devlet organizasyonu olarak kotarılması. Sayıları üçle çarpma numaraları...

İdeolojik mücadele namına ortaya konan lumpenlik, cehalet ve sakalet tabanın bağlılığını ifade biçimi, eli bıçaklıların sokağa salınması, duran adamların karşısında durmayı beceremeyişleri, “okuyan polis” uydurması...

Son olarak Cumartesi akşamının “biber gazsız Taksim” piyesi. Polislerin hakiki insanların sözlerini dinlemek zorunda kaldıklarında nasıl ezildiklerine dikkat ettiniz mi? “Halka ihanet etme, simit sat, onurlu yaşa” çağrılarına gaz ve plastik mermiden başka neyle yanıt verebilirler ki?

Tabii bir de canlı yayınlar ve muhabirler var. Sadece AKP değil medya da bir proje haline geliyor, ayakları yerden kesiliyor. Sanıyorlar ki, üç cümleden birinde Taksim’in bir önceki bağlantı anına göre “çok daha, oldukça, bayağı” sakin olduğunu söyleyince iş hallolacak! Oysa o sıra alan civarında 30-40 bin insan var ve onların kurduğu iletişim, kurmaca ekranlar gibi değil.

En son teknoloji ürünü Tayyip Erdoğan, toplumun organik süreçlerine, toplum mühendisliğiyle direniyor. Kitle dinamiğinin geri dönüşüyle birlikte toplum mühendisliği karaya oturmuş bulunuyor. Türkiye İkinci Cumhuriyeti kustu.