Tekel İşçisi Kazandı

Direnişin Ankara'da tutunmaya çalıştığı günler geride kaldı. Bir mevziye tutunmak, her şeyden önce meşruiyet konusudur. Direnenlerin sadece haklı olduklarına inanmaları yetmez. Haklı oldukları iddiasının olumlu karşılık bulması, kamuoyunda benimsenmesi gerekir. Tekel işçileri bu açıdan kritik eşiği çoktan geçtiler.

AKP başka herhangi bir konuda, hadi çok genelleştirmeyeyim, siyasal alanda sert karşı karşıya gelişler yaşadığı çeşitli taraflar karşısında hiç bu kadar çaresizleşmemişti. Tekel direnişi bu açıdan da tarihseldir. AKP, kemalist önderlikli akademi ve yargı karşısında, askerler karşısında, CHP ve MHP karşısında, Kürt sorununda ve Kürt siyaseti karşısında, geçmişteki özelleştirmeler konusunda, hatta emekçilerin kriz mağduriyeti tartışıldığında, meşruiyet kavgasını hep kazanmıştı. Bu rahatlıkla girdiği Tekel direnişinde baltayı taşa vurdu.

İşçi sınıfı ise ülke çapında son olarak Zonguldak yürüyüşü sırasında bu kadar geniş bir meşruiyet elde etmişti.

Bu temel sınavı bir kez kaybedince defter kapatılmıyor. AKP'nin neden yenilgiyi kabul edebilecek bir parti olmadığını daha önce yazmaya çalışmıştım. Erdoğan'ın ve birkaç bakanının sözcülüğünde haftada iki üç deneme yapıyorlar ve dikiş tutmuyor! Tersine başlangıçta kimsenin hakkında fazla bir şey bilmediği ve hatırlamadığı 4C uygulamaları, sendikalar tarafından değil bu denemeler vesilesiyle hükümet tarafından kamuoyu gündemine taşındı ve meşruiyet savaşlarında AKP bunu da yitirdi.

Öyle ki, AKP'den, çeşitli sıkıntıları olan sermaye kesimlerinin eline bir koz geçtiğini bile görüyoruz. Medyada Tekel direnişi lehine alınan pozisyonların arkasında, burjuvazinin “AKP sınıfımızı layığınca temsil edemiyor” tezine yatırım yapmaları da var. 2001 krizinden bu yana sermaye kesimleri eleştirilerini bu yönde genişletmemiş veya genişletememişlerdi. İşçi sınıfının toplumsal bir ağırlık kazanmasıyla ve bunun sadece vicdani bir zeminde kalmayarak bilgiyle buluşmasıyla baş edemeyen bir hükümet, sermaye iktidarı karşısında da bazı sınavları kaybediyor demektir.

AKP 2003'te Meclisten Amerikancı tezkereyi geçirememe gafını bile süreç içinde telafi etmeyi becermiş, hatta bir süre kendisini çok yoran bu olayı sonraki yeni-Osmanlı açılım ve demagojilerine eklemlemeyi başarmış bir parti...

Sonuç olarak tüm bunlar AKP'nin alışık olmadığı şeylerdir.

Tekel işçileri de Türkiye işçi sınıfına alışık olmadıkları bir pratik armağan ettiler. Mücadele grafiğinin zikzaklar çizerek başlangıçtaki noktadan aşağıya inmesi on yılların kuralı. Şimdi ise zikzaklar başarı eğrisinin yukarı tırmandığı bir grafiğe yerleşti.

Erdoğan'ın önce Şubat sonuna kadar süre vermesi, bir süre sonra bu ilanın etkisizleşmesine bakarak belediyelerde iş seçeneğini icat etmesi terazinin işçi kefesinin biraz daha ağır çekmesinden başka biçimde yorumlanamaz. Başbakan, çok nadir başvurduğu bir taktiğe yüzünü dönmüş ve mücadeleyi mümkün olan en az zararla kapatmayı düşünmeye başlamıştır.

Hükümet gündemi değiştirme denemelerinde de başarısızdır. Hangi konu açılsa, ülke gündemi dönüp dolaşıp Tekel direnişine gelmektedir.

Ancak taktik değişiminin alenen ortaya konması çok daha ağır bir yenilgi anlamına geleceğinden, başbakan dengeleyici bir atak denemesinde daha bulundu ve durduk yerde kamu varlıklarının peşkeş çekilmediği lafını ortaya attı. Şimdi muhtemelen 4C tartışmasının bir kopyası yaşanacak. Tekel en ağır biçimde yağmalanan kamu işletmelerinden biridir ve başbakanın tükürdüğünü yalaması tartışmanın daha başında çok büyük olasılık haline gelmiştir. AKP açısından, deyim yerindeyse köpeksiz köyde değneksiz gezme lüksü son bulmaktadır.

Herşeye rağmen Tekel direnişinin nasıl sonlanacağı belirsiz ve aynı anlama gelmek üzere çok büyük bir mücadelenin konusu. Açıkça ifade edilmesi gerekiyor ki, işçi sınıfının bu süreçteki kazanımlarında sendikal hareketin ciddiye alınır bir katkısı yoktur. Dahası, sınıf kazanırken sendikalar kaybetmektedir. Örneğin genel grev kararının uygulan(a)maması işçi sınıfından ziyade mevcut sendikaların hanesine yazılmıştır.

Şimdi 20 Şubat eylem ve dayanışması da sendikalar tarafından temsili düzeyde kurgulanmakta ve tabanda güçlü bir ajitasyona asla başvurulmamaktadır. Bizden söylemesi, zayıf eylem bunca başarılı bir süreçten sonra işçi sınıfını değil sendikal hareketi yaralar. Sendikaların kendilerini sınıfın temsilcisi olarak pazarladıkları statüko, yine çok uzun süre sonra -galiba zamanında işçilerin kovaladığı Bayram Meral'in ağaca tırmanmasından beri- ilk kez şiddetli bir krize girmek üzeredir.

Ancak bu eylem zayıf geçmeyecek. İşçi sınıfı bu haftayı önce peşkeş tartışmasında, sonra bulduğu toplumsal desteğin genişliğinde yeni mevziler kazanarak geçirecek. Eyleme yönelik olarak sendikal zeminde kaçınılan taban ajitasyonu ve örgütlenmesi parti eliyle gerçekleştirilecek. 20 Şubat, kararı ilk alan konfederasyon başkanlarınca öngörülen sınırlı ölçeğin ötesinde kuvvetli bir hesaplaşma günü olmaya taşınacak.