Tayyip açmazı

Gezi Parkı’na AVM kışlası yapılması için AKP’li Bakan yine yargıya gitmiş. Aklı başında kim olsa, hazır mahkeme karar almış, bir beladan kurtuldum der, bitti gitti, olmuyormuş diye sahadan çekilirdi. Ama AKP diretiyor.

Polisi saldırtmaya da devam ediyorlar. Geçtiğimiz günlerde en çatışmalı kentler listesinin başındaki yerlerde TOMA’lar çalıştı durdu. Antakya, Adana, İstanbul, Ankara... Oysa kitle hareketi doğal olarak eylem fazından ayrılmaya başlamıştı bile. Polis saldırısı ise eylemlere itilim katıyor.

Yani, aklı başında kim olsa, biraz tolerans gösterir ve eylemlerin adım adım sönümlenmesini beklerdi.

Başbakan ise susardı!

Ölülerimiz üstünden ileri geri konuşmazdı.

Direnişin ilk zamanlarında bizzat kendi bakanının hazırlattığı raporu boşvermez ve Alevilerin eylemlere kitlesel olarak katıldığını hesaba katarak bu kesim hakkında tuhaf tezler ortaya atmazdı. Ama hayır. AKP diretiyor. Belli ki diretmeye devam edecek.

Üstelik her defasında kaybedecek.

Gezi Parkı’na duvak yerine baretle gelen gelin karşısında devletin kazanması mümkün mü?

“Dört dörtlük Aleviyim” lafının Aleviliğin tevazusu karşısında tam bir çelişki anlamına geldiği açık değil mi?

Kucağında bebeğiyle sokağa çıkan ve polise “mahallemizi terk edin” diye bağıran anne karşısında kim ne yapabilir?

Diyelim, mahkeme Taksim’e dilediğinizi yapın diye yetki verdi hükümete. Oraya artık hiçbir şey yapamayacağını göremiyor mu Tayyip Erdoğan? İster mahkeme, ister seçim... O defter kapandı bitti.

AKP görmüyor, anlamıyor.

Ama görse, anlasa bile manevra sahası yok.

Söz konusu özne sadece Tayyip Erdoğan olsa, görmüyor, anlamıyor demekle yetinebiliriz. Ancak AKP iktidarı, şef ne denli önemli olursa olsun, bir kişiden ibaret değildir ve kolektif olarak içine girdikleri acınası durumun farkında olmadığını söyleyemeyiz.

Ama -önemli olan da burası zaten- fark etmiyor. Bu iktidarın saldırı, ısrar, sertlik çizgisini değiştireceği bir manevra sahası bulunmuyor.

İşin özü şu: O kadar büyük bir şiddetle eski rejimi tasfiye ettiler ki, düzen hükümetin dar patikasına mahkum. Bugün sınıfsal egemenlik ancak o dar patikaya yoğunlaştırılmış bir “iktidar” uygulanarak tesis edilebiliyor.

İşin en pratik, somut tezahürü ise şu: AKP’nin bu yoğunluk uygulaması yasa, kural, hukuk ne varsa ezip geçtiği için iktidarın bütün unsurları kendi kendilerini kriminalize ettiler. Yani saldırmayı durdurdukları an, iktidardan hapishaneye giden bir koridorda bulabilecekler kendilerini.

Peki çözüm?

Yok!

Çünkü bütün plan bir varsayıma oturtulmuştu: Türkiye’de İslamcı tabana dayanarak yaratılan toplumsal basıncın dışında herhangi bir halk hareketinin söz konusu olmayacağı.

Bu varsayım çöktükten sonra, AKP rejiminin dikiş tutma şansı da kalmadı.

Ancak hareket, halk için, çürümeyi teorik olarak saptamış olsa da sol için, rejimin zayıflıklarını görse de egemen güçler için, bir çok rahatsızlığı olsa da emperyalizm için sürpriz oldu. Kimsenin hazırlığı yoktu.

Yok sayılan halkın gizliden gizliye hazırlık yapmış olması beklenemezdi.

Yeni rejimin ancak ve ancak yoğunlaştırılmış bir şiddetle kurulabileceği gerçeği, egemenlerin ve emperyalistlerin elinden başka alternatifler üstünde çalışma olanağını büyük ölçüde almıştı.

Şimdi her iki cephe, AKP sonrasına hazırlanıyor.

AKP ise bu hazırlıkları boşa düşürmek için aklı başında insanların yapmayacağı ne varsa yapacak. Yapmazsa, zaten oyunun dışına düşeceği için başka seçeneği yok.