Tavşana kaç tazıya tut

Aydemir Güler'in “Tavşana kaç tazıya tut” başlıklı yazısı 22 Mart 2013 Cuma tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Çarşamba günü soL portal’daki yazıma ertesi günü bir tepki aldım. Yazıda Avusturya’da yayınlanan Savunma Bakanlığı’na yakın bir dergide, Akçakale’de patlayan bombaların NATO envanterinde olduğu not ediliyordu. Bunların Suriye resmi ordusu tarafından değil muhalefet tarafından kullanılmış olması gerekirdi.

Yani Türkiye’ye Patriot füze sisteminin yerleştirilmesiyle son bulan maceranın önemli halkalarından bir tanesinin palavra olduğu açığı çıkıyordu. (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/aydemir-guler/akil-var-mantik-var-70088)

Ben yazımda haberi bir yorumla bağlamıştım. Avusturya gazetesi, Der Soldat’ın yayınını, Türkiye’nin NATO silahlarını gelişigüzel kullanmasına yönelik bir mesaj olarak yorumladım.

Avusturya’dan yazan sevgili Nazmi Ateş, böyle bir kullanımın NATO’nun bilgisi olmadan gerçekleşemeyeceğini ve bunun da haberde içerildiğini söylüyor. Almanca bilmiyorum ama bu aktarıma tamamen güveniyorum. Okur Türkiye’de bu düzeyde bir yaprağın NATO’nun haberi olmaksızın uçamayacağını da ekliyor. Hadi ben de, bunun hayli istisnai bir şey olacağını, kural haline gelemeyeceğini ekleyeyim.

Bu vesileyle biraz açayım...

Yazıda Batıda Suriye politikasında birbirini bütünleyen üç eğilim gözlemlemiştim. ABD temkinliyi, Türkiye saldırganı temsil ediyor, Batı Avrupa’ya denk düşen sentez ise Suriye’de çatışmaların sürüp gitmesini arzuluyor. (Almanya farklı ama, şimdilek detaya girmeyelim)
Bu üç eğilimin ilişkisini açık bir ortak senaryo olarak görmek zorunda değiliz. Siyasette farklı öznelerin gizli ortaklıklar kurup ahaliyi kandırmalarına çok rastlanır. Ancak herşeyin böyle yaşanması da gerekmez. Farklı düşünen ve farklı davranan özneler pratikte birbirini bütünleyen rollere oturabilirler, ortaya çıkan sentezi güçlendirmiş olurlar. Sentezi burada “ortalama” gibi anlayın. Ne fizikte ne siyasette bütün kuvvetlerin örtüşmesi beklenmez. Hatta ortalama, ortalaması alınan kuvvetlerden bir tanesine bile tam denk düşmeyebilir.

Burada kastım Türkiye ile NATO arasında bir çelişki değildi. ABD-NATO pratiğinde “tavşana kaç tazıyı tut” son derece yaygındır. Örneğin Kıbrıs’ta Yunan cuntasının 1974’te darbe yaptırtması buna bir örnek. Önceki yıldan beri sol muhalefet ve başka zaafları nedeniyle çatırdayan askeri rejim, bir dış gündemden besleneceğini düşünmüştü. NATO’dan, en azından bir hoşgörü mesajı almadan Kıbrıs’ta darbe tezgahlamış olamazlar. Ama bu adım, Yunanistan’ın zayıf düşmüş bir faşizmden kontrollü bir burjuva demokrasisine geçişi için kullanıldı. Bu geçiş olmasaydı, komşu ülke İkinci Dünya Savaşı sonundaki iç savaşın üstünden otuz yıl bile geçmeden yeni bir devrimci durumla karşı karşıya gelecekti.

Bunun devamında tavşan-tazı oyununa Türkiye de dahil edildi. Bir NATO ordusunun icazet almadan, statükosu tartışmalı, netameli bir ülkenin üçte birini ele geçirmesi mümkün değildir. Pazartesi de bunu yazdım zaten soL gazetede...

Adanın sola kayışını önleyen askeri müdahale, devam eden yıllarda Türkiye’nin Batı tarafından sürekli terbiye edilmesine vesile olmuştur. Ankara müttefiklerinden ne istese, önüne Kıbrıs’ta “yarattığı sorun” çıkartılmıştır.

Saddam Hüseyin’in Kuveyt’e yönelik müdahalesi de bir başka örnek. Açıkça en üst düzey ABD yetkilileri tarafından önü açılan veya kapatılmayan bu adım, Irak’ın istilası sürecinin başlangıcı olarak kullanılmıştı.

Kapitalist dünyanın kirli ilişkilerinde tavşanlar kaçmaya, tazılar kovalamaya sürekli teşvik edilir.

Kirlilik açığa çıktığında da kulakların üstüne yatılır. Ta ki, başka toplumsal ve siyasal güçler devreye kendi üsluplarınca girene kadar.

Kastettiğim genel hatlarıyla bu mekanizmaydı. Yoksa aşırı bir ucu temsil eden AKP Türkiye’sinin ılımlı ve makul NATO’nun standartlarının dışına çıkması değil. Erdoğan Amerikancı, Obama gericidir...