Taksim her niyete yenir mi?

Pazar günü soL gazetesinde Nihat Beh-ram’ın arısı “Taksim, bu toplumda yaşayan herkesin bir arada uyum içinde yaşayabileceğini gösterdi” lafına vızlamış.

Haklı. Bir gün önce Antakya’nın Armutlu mahallesinde terör estiren TOMA’ya bir evin çatısından iki tonluk su deposu atılmıştı. Ankara ve İstanbul sokakları, polisle de Erdoğan’la uyum içinde yaşamak istemediklerini haykıran onbinlerle doluydu. Bu onbinler, onmilyonlarca kardeşlerini temsil ediyorlardı.

Haziran Direnişini toplumsal uyumun kanıtı diye okumak hakikaten ebleklik olur. Ancak bu kadarı olmasa da, Taksim’i çeşitli niyetlere yemek isteyen ve gülüp geçmekle yetinemeyeceğimiz başkaları da vardır.

Geçen hafta bu başlığa bir ölçüde girdim. Kimi mesajlar aldım.

Ben direniş iftarcılarının hareketi dinselleştirme olasılığına işaret etmiş ve bir uyarıda bulunmuştum. “Ben ordaydım, öyle bir şey yok” diyen okurlar oldu.

Yine Park forumlarının sivil toplum fantezisi olmadığını, birçok ileri eyleme parkta toplanıp geldiklerini, parkların politik ortamlar olabildiğini yazanlar da var.

Haklı çıkmalarına yalnızca sevinirim.

Ben direnişin sivil toplumcu bir apolitizme veya dinselliğe kapıldığını iddia etmedim zaten. Böyle tuzakların kurulmakta olduğunu anlatmaya çalıştım.
Bu tuzaklar tutmaz.

Türkiye’de böyle bir kitle hareketi ille de siyasi nitelik taşır, politizasyonu besler ve kendisi politikleşir. Öbür türlüsü, yani “örgüt olmasın, parti denen kavramın kendisi kirli, siyaset yapmayalım, kimse kimseyi yönetmesin” diye giden argümanlar marjinaldir.

Lakin bu yöndeki bilinçli/bilinçsiz girdilerle tartışılmalıdır. Denmelidir ki, yozlaşmış burjuva siyasetinin dışında bir de halkın siyaseti var. Denmelidir ki, karşı taraf örgütlüyse biz onlardan daha fazla örgütlenmek zorundayız...

Haziran Direnişinin dinselleştirilebileceğine de inanmam. Sünni İslam hep yukardan gelmiştir. Halk İslamı diye bir taban hareketi hiç olmamıştır bizde. Bu yönde eğilimler, denemeler pekala olabilir. Ama kendi dinsel kulvarının ilginç, marjinal bir varyantı olmanın ötesine kesinlikle geçemeyecek olan “sol-İslam”, kalkıp bizim yakadaki dev kitle hareketine kendi rengini veremez.

Yani direnişin sivil toplumculuğun veya dinselleşmenin yeşiline boyanmasının önünde, maddi, nesnel engeller var.

Hal böyle olmakla birlikte, sol durup bekleyecek değildir. Hareketin politik karakterini belirginleştirmek, onmilyonların mümkün olan en çoğunu örgütlü hale getirmek, düzenle siyasi bir kavga sürdürmek, inananların politize olması ve direnişin seküler karakterini korumak için çaba göstermek... Bunlar bizim işimiz.

Diyorduk ki, “Türkiye AKP’nin Anayasasına sığmaz”.

Şimdi benzer bir akıl yürütmeyle diyoruz ki, “Bu Direnişin üstünde yeşilin herhangi bir tonu tutmaz.”

Ama ideolojik mücadele, tartışma... Bunlarsız olmaz.

Çünkü etraf baştaki “uyumlu toplum” rüyası kadar olmasa da, uyurgezerlerden geçilmiyor. Bakın şuna:

“Bu forumlarda, ulusalcı, statükocu anlayışların prim yapmadığını, aksine barış, kardeşlik, eşitlikten yana güçlü bir eğilim olduğunu, Lice halkına yönelik silahlı saldırının hemen tüm forumlarda ele alındığını, ‘elit, Kemalist, statükodan yana’ olarak değerlendirilen Kadıköy ve Beşiktaş’ta kitlesel yürüyüşler yapıldığını...”

Bunlar bir solcunun sözleri. Forumlar sayesinde hareketin milliyetçilikten çıkıp başka bir aşamaya geçtiğini anlatıyor!

Bu da tutmaz. Uyurgezerler direnişi, direnişçiyi hiç anlamadıklarıyla kalacaklar. Hareketin ilk bir-buçuk ayını şovenizmle, elitizmle damgalayıp, bundan sonrasında AKP ile barış, reform, sivil anayasa yapmaya devam edeceğini sananlar varsa, esameleri okunmayacaktır.

Ama bunların geleceği yok diye, biz niye bu tuhaflıkları sineye çekelim ki?