Suriye nereye?

Aydemir Güler'in “Suriye nereye?” başlıklı yazısı 22 Nisan 2013 Pazartesi tarihli soL Gazetesi'nde yayımlanmıştır.

Temmuz’da Kürt bölgesinde özerklik ilan edildikten sonra Ankara’da iki seçenek gündeme gelmişti. Ya bu gelişmeye terör tehdidi kulbu takılacak ve Suriye’ye saldırma bahanesi üretilecekti ya da Kürt kuvvetleri muhalefete katılacaktı. Son iki hafta Halep’te PYD-ÖSO işbirliği, ne yönde gidildiğini gösteriyor.

Ama Kürt faktörü Suriye kilidini çözebilir mi? Doğrusu hiç zannetmiyorum.

Bir tarafta NATO ülkeleri ve Arap gericiliği, karşısında Rusya merkezli diğer blok var. Bu ikisi arasında Suriye’ye ilişkin bir denge oluştu. Bu bir dehşet dengesi.

Dehşet yağmalanmadık dükkan kalmayan, harabeye dönen, sokaklarında cesetler yatan Halep’tir.

Denge... Fransız-İngiliz tezindeki gibi. Bunlar muhalefetin el altından değil resmen silahlandırılmasını savunurken, mazeret niyetine Şam kuvvetlerinin muhalefetten çok daha güçlü olduğuna işaret ediyorlar.

Silah vereceksin ki, savaş sürebilsin. Savaş sürsün ki, Suriye önemsiz bir ülke haline gelsin. Suriye önemsiz bir ülke haline gelsin ki, İsrail rahatlasın. Suriye devre dışına çıksın ki, emperyalizm İran kuşatmasına devam etsin.

Çeşitli denemelerden, zorlamalardan sonra gelinen nokta bu gibi görünüyor. Batının muhalefeti yeniden ve yeniden tasarlayıp, yeni yeni “liderler” sahneye sürerek aslında bu “sentezi” uyguladığını düşünüyorum. Ara ara gündeme gelen uluslararası uzlaşma inisiyatifleri aynı şekilde. Kimyasal silah soruşturmaları acele bir müdahale vesilesi yaratmaktan ziyade yıkım sürsün diye... Kürt kuvvetlerinin muhalefete aktif biçimde dahil olmaları da siyasal ve askeri tabloyu başkalaştırmayacak.

Terazinin diğer kefesindeki Rusya, Çin, İran üçlüsü tıpa tıp aynı değiller. Ancak sonuçta bu cephe Batı tarafından Suriye’ye dayatılan sürekli savaş formülünü bozacak bir çıkış yapmadı, yapamıyor.

Çin için Suriye vazgeçilmez bir mevzi değil. Oynayacak başka sahaları var. Onların asıl dengesi Amerikan ve Çin kapitalizmlerinin birbirlerine organik olarak muhtaç hale gelmelerinde.

Rusya ekonomik krizin nefesini sık sık hissediyor. Batıyla mesafesini açan krize de uzaklaşır. Ama Rusya da kapitalist bir ülkedir ve herhangi bir kapitalist ülkenin dünya krizine bağışıklığı olmaz. Sovyetler çözülürken ve Rusya yola devam edecekken Batının başta gelen isteklerinden biri, Ortadoğu’yu boşaltmasıydı. Rusya boşalttığı alana açılımlarla, iddialı biçimde dönmüyor. Rusya yalnızca oyuna girmeye çalışmaktadır ve esasen frenci, dengeci, pazarlıkçıdır.

Rus politikası Akdeniz’deki biricik üssünden hareketle “Tartus’a dokunmayın”a indirgenebilir. Biraz kaba bu formül, ama özü itibariyle yanlış da değil.

İran ise sırtındaki yumurta küfelerini dostlarıyla paylaşmak isteyen, ses tonunu en yüksek tutan taraf. Bir bölgesel güç olarak Ortadoğu’nun diğer ülkelerini iç süreçlerine müdahale yeteneği de geliştirmiş bir ülkedir İran. Ancak çıkarcı, pazarlıkçı dostları bir yana, kendi halkının önemli bölümü dahil kimseye güven vermeyen bir gericilik kalesidir bu ülke. İran, dostlarından daha az pazarlıkçı değil. Irak’ta ABD işgaline karşı çıkmak yerine, Şii faktörünün ağırlık kazanmasına oynayan bir fırsatçılıktır İran.

Daha önemlisi emperyalist stratejinin son oyununu bozma yeteneği yok İran’ın. Emperyalizm bölgeyi Sünni-Şii bölünmesi üstünden bölgesel iç savaşa ittirmektedir ve İran’ın yapabileceği mezhepdaşlarını toplamaktan ibaret.

Buradan bir karşı strateji çıkmaz. Zira emperyalizm Suriye örneğinde görüldüğü gibi, ille bilek bükmek derdinde değil. Ele geçiremediği yeri kundaklamak ve oyundan düşürmek de bir seçenek!

Suriye’ye dönersek... Suriye’nin bugünkü direnişi emperyalizmin sürekli kriz stratejisini engelleme yeteneğine sahip değil. Bunun için dengeler, silahlar yetmiyor. Suriye halkının devreye daha güçlü biçimde girmesi gerekiyor.

Bunun için “Suriye halkı ile dayanışma” diyoruz.