Sovyet 'mezalimi'

İki gün önce Sosyal Bilimler Kongresinde Ekim Devrimi konulu bir panelde ben de konuşmacıydım. İzleyicilerin sabrının son saniyesine kadar zorlandığı uzun oturumun sonunda eski Sovyet cumhuriyetlerinden birinde doğduğu anlaşılan bir izleyicinin itirazı geldi. İtirazın her yanı anti-komünizmdi, ama ben kendi payıma Anayurt Savaşı sırasındaki deportasyon uygulamalarına ilişkin bir “soru” çıkarsamayı tercih ettim.

Deportasyon, yani zorunlu göç… Stalin zulmünün kanıtı olarak önümüze getirilen örneklerden biri de bu konudadır. Tatar milliyetçilerine ve onların hamisi olagelen Türkiye sağına bakılırsa Sovyetler Birliği’ne karşı Türki halkların özgürlük mücadelesinin kökenleri çok eskilere uzanır. Çarlık mezalimi kesmeyecektir bunları. Sosyalizm bir fikrin ötesinde bir toplum biçimi, siyasal rejim olduktan sonra, anti-emperyalist ve yüzü sola dönük ulusal mücadele örnekleri bir yana, burjuva milliyetçiliğinin karakteristik özelliklerinden biri de anti-komünizm olmuştur. Dolayısıyla bizimkiler ve onlarla bağlantılı olanlar için Rus fobisi, komünizm fobisiyle bitiştirilir.

1941’de SSCB’nin bir parçası olan Volga Almanlarının özerk cumhuriyeti lağvedildi ve 700 bin civarında Alman asıllı Sovyet vatandaşı zorunlu göçe tabi tutuldu. Aynı uygulamaya konu olan Kırım Tatarlarının sayısı ise 194 bin olarak geçiyor. Bir üçüncü örnek ise Çeçen-İnguş kalkışmasıdır…

Gerekçe ülke güvenliğidir ve bu etnik gruplar Sovyetler Birliği’nin geniş bir coğrafyasını işgal eden Nazilerle işbirliğine girmişlerdir. Tarihte yabancı askeri işgale uğrayan bölgelerde bazı yerli unsurların ihaneti kuraldır. İşgal elbette dışsal bir müdahaledir. Ancak içeride ortak bulamayan işgalci olmaz.

Kabaca 1 milyon Sovyet yurttaşının potansiyel işbirlikçi olarak damgalanmasından ve merkezi iktidar tarafından demografik yapının değiştirilmesi yoluna gidilmesinden söz ediyoruz. Bu, kuşkusuz ciddi bir ölçektir. Tabii ki, sürgün kararı “adil mahkemeler” eliyle tescillenmedi. Ancak tarih boyunca savaş ve işgal koşullarında bu “uygar” usulün gündeme getirilememiş olması da bir diğer kuraldır. 1 milyon kişinin önemli bir kısmının işbirlikçiliği “potansiyel”dir ve suçun sabit olduğu söylenemez. Söylenmemiştir de. Hal böyle diye, doğru biçimde “Anayurt Savaşı” olarak adlandırılan bir dönemde ülke güvenliğinin tehdit altında bırakılması düşünülemezdi. Olağanüstü koşullardan söz ediyoruz…

Olağanüstü koşullar 25 milyonun üstünde Sovyet asker ve sivil vatandaşın savaş ve işgal altında düşman tarafından öldürülmesini içeriyor. Böylesi bir saldırıya uğrayan kim olursa olsun, vereceği yanıtta demokratik ayar aramak saçma olurdu.

Ama konu sosyalist toplumu ve devleti ilgilendirdiği için aranmıştır! Sovyet iktidarının baskıcı karakterini bir de kalkıp savaş koşullarındaki olağanüstü uygulamalarla “kanıtlamak” anti-komünist milliyetçiliğin standart davranışı olmuş, buradan hareketle bin bir efsane uydurulmuştur.

Yalnız, Sovyetler Birliği’nde o dönem bir başka göç daha yaşanır. Bu da bir zorunlu göçtür. İnanılmaz sayıda Sovyet yurttaşı da hayatını kurtarmak ve sanayinin işlerliğini sürdürmek amacıyla, işgal altındaki veya işgal tehdidindeki bölgeleri terk etmek zorunda kalmışlardır. Anayurt Savaşı yalnızca Kızıl Ordu’nun değil bir de cephe gerisindeki milyonlarca yurttaşın kahramanlığı sayesinde kazanılmıştır. Kazanan emekçilerin iktidarıdır, sömürünün yok edildiği toplumsal ilişkilerdir.

Yurtsever göçmenlerin “inanılmaz” dediğim sayısını, bilmeyenleriniz merak etmiş olmalısınız: 25 milyon!

Kabaca 168 milyonluk nüfusu 175’e yuvarlasak, bu sayının yedide biri öldürülmüş, yedide biri yaşadığı yeri değiştirmek zorunda kalmış, 1 milyonu da işbirlikçilik suçu veya olasılığı nedeniyle deportasyona tabi tutulmuş…

Sovyet mezalimi dedikleri budur. Ayıptır! Burjuva milliyetçiliğinde ayıp ve insaf aramıyoruz!

Burada sayıları karşı karşıya getirmemize ise insafsızlığı sayısal olarak sergilemekten başka bir amaç yüklenmesin. Olay, hele bir “kavimler göçüne” sahne olan 21. Yüzyılda, sayıları kapıştırarak hafife alınamaz. 1 milyona yakın Sovyet yurttaşı, herhangi bir insanın “hak ettiğini” söyleyemeyeceğimiz bir trajediye konu olmuşlardır. Bu acının üstünde, diğer 50 milyonu alıp tepinerek komünistlik yapılmaz. Komünistler, bu acıyı da insanlığın eşitlik ve özgürlük mücadelesinin ağır bedelinin içine katarlar. Sosyalizm mücadelesi benzeri trajedilerin yaşanmayacağı bir dünya için verildi, veriliyor.

Ekim Devrimine ve sosyalizme yönelik eleştirilerin çok büyük kısmı ise bu trajedilerin insafsızca istismarına dayanmaktadır.