Sonrası Sosyalizm

Pazar akşamı içimiz acıdı yine. Emine, Tülay'ı kaybettiğimiz haberini verince, hocamın bu kadar erken ayrılışına katkısı olan şeye ben de elimi uzattım. Ne düşüneceğimi bilemediğimden olsa gerek, bir acı sigara yaktım Tülay Arın'a.

Tiryakiliğin tadı kalmamıştı bir zaman ağzının kenarına o plastik nikotin çubuklarından bir tane takmış, gülüyordu. “Bak ne içiyorum, artık.”

Tülay, benim yüksek lisans tez hocamdı. Kağıt üstünde başka bir danışman vardı, ama asıl Tülay Arın'la çalıştık... Dosttuk aynı zamanda. Akademiyi kişisel yaşantısında geçici bir uğraktan daha fazla bir yere oturtmadığı her halinden belli olan bir öğrencisi olarak, bana hak ettiğimden çok fazla emek harcamasının bir nedeni de budur herhalde.

İlk tanıştığım zamanlar, her ay yeni Gelenek'i götürdüğüm zamanlar, 80'lerin sonları yani, Tülay hoca, Amerikan üniversitelerinde uçuşan ultra liberal zırvalıklara sövüp sayıyordu: “Bunlar evliliğin, kadın-erkek ilişkisinin bile alternatif maliyetini hesaplamaya kalktı. Başımıza taş yağacak.” Hep kavga etti liberallerle, kapitalizm savunucularıyla...

Ben üniversiteden ayrıldıktan sonra nadir temas ettik. Onlardan birinde güneş tutulacaktı. 1999 Ağustos başı mıydı? Hazırlamıştı çoktan “tutulma gözlüğü”nü. Çıktık birlikte merkez binanın kapısına, heykelin oraya. Çocuk gibi sevinçli, en önemli gözlemi yapmakta olan bir bilim insanı kadar meraklı...

Hoşça kal Tülay hoca.

***

Kemalizmin barutu tükettiği yerde iki yaklaşım geçerli olabilir.

Bir: Onca yıllık kemalizm bu hale düşmüşken, kemalistlerin istediğinden çok daha fazlasını, radikalini, ötesini talep eden sosyalistlerin hiç şansı olmaz, denebilir.

Ya da iki: Kemalizmin yetmediği noktaya, daha büyük ve sonuç alma şansına sahip biricik müdahaleyi sosyalistler yapabilir.

Bizim yaklaşımımız ikincisidir.

Aynısı Kürt siyasetine de taşınabilir, hatta taşınmalıdır. Sol yazarlarının bu konuda mutabakat halinde ve tek tek yazılarla içini doldurdukları çerçeve, tam da budur.

Kürt siyasetinde şu an dört odak var: Barzani, Öcalan, PKK ve DTP.

Barzaniciliğin Amerikan işgalini takiben Türkiye Kürtlerine başlı başına bir adres olarak sunulmak istendiği konjonktür sona erdi. Birçok nedeni olabilir benim işaret edeceğim neden ikili: Barzanicilik Türkiye'de 50 yıla yakın zaman kural olarak burjuva sağ partilerin içinde yaşamını sürdürmüş, 1960'larda, TİP'in Doğu Mitinglerine denk düşen periyot dışında bu kovuktan çıkmamıştır. Bu kovuk, aynı zamanda Türkiye egemen güçlerinin 1925 isyanından itibaren Kürt egemenlerine önerdikleri ittifakın adresidir: “Halkınızı satın, siyasetinizi bizim aramızda yapın. Toprağınıza dokunmak ne kelime, sizi milletvekili bile yaparız.”

Bu kirliliği ABD'nin taktığı madalyalar telafi etmemiş ve Barzanicilik Türkiye Kürtleri açısından itibarını toparlayamamıştır. Bugün bizim Barzanicilerin yeri de AKP'dir.

Öcalan, PKK ve DTP'yi üç ayrı odak olarak telaffuz etmem, ABD-AKP imzalı açılımın önemli kulvarlarından birinde bayağı yol alındığını teyit etmek anlamına da geliyor. Evet bu açılım Kürt hareketinin buradan başlayarak bölünmesini ve mümkünse sonra son ikisinin kendi içlerinde de parçalara ayrışmasını hedefliyor. Söylemek istediğim bu sürecin başlamış olduğudur. Henüz göstergeler çok belirgin kanıtlar haline gelmemiş olsa da.

Kanıt niteliğine bürünmemiş göstergeler şunlar: PKK dışta bırakıldığı sürece silahla meydan okuma ve pazarlığa dahil edilme talebini dayatırken, DTP'de kimi zikzaklara karşın sürece eklemlenme eğilimi ağır basıyor. Öcalan'a gelince nedense o da devreye girme, muhatap alınma talebini ileri sürerken, kendisinin bu iki yapıdan daha güçlü bir temsiliyete sahip olduğunu dile getirmeye özel bir önem veriyor. Doğrusu, haklı da...

Ayrıntıları geçersek, odakların tamamı ABD-AKP sürecine farklı yollardan ve derecelerde angaje olmuş görünüyorlar. Ya evsahibi durumu, ya davetli, ya da bir kapı kapı gezen davetsiz misafir...

Kemalizmin yenilgisinden kasıt, kemalistlerin buharlaşması değildi. Ama örneğin Ordunun Yeni-Osmanlıcılığa açılması, kemalist öğretim üyelerinin kazanması muhtemel AKP'li rektör adaylarına doğru meyletmeleri, bürokratların emekliliklerini isteyip sığınacak bir kıyı kasabası aramaları... Yani ya sürece katılıp kötü yola ya da umutsuzluğa düşmek.

Analojiden devam edersem, Kürt siyasetinin durumu ise bütün odakların kötü yola rağbet etmesi, umutsuzluğun daha ziyade ara kadroların payına düşmesidir. Kötü yoldan kurtuluş yoktur, umudu yeniden yeşertmek ise görevdir.

Ve analojinin asıl güçlü halkası şudur: Kürt siyasetinin tıkandığı yerde sosyalizm başlar.

Kürt halkı solculuktan arındırılamayacaksa, uzun bir dönemin halkçı değerleri büsbütün Amerikanperverliğe, piyasa budalalığına ve Kürt milliyetçiliğine teslim edilip defter kapatılamayacaksa, mutlaka bir büyük damar “ne oluyor bize, ne oluyor değerlerimize” diye arayışa gireceklerse... sosyalizmin alanı da varlığını koruyacak demektir. Daha doğrusu insana yakışan biricik zemin sosyalizminkiyle örtüşecektir.

Buradan, toplayacak çok parsa var, şeklinde bir basitlik kokusu alanların dünyayı kendileri gibi bildiklerini söylemek durumundayım. Ayrıca keşke iş o kadar kolay olsaydı!

Benim kast ettiğim bu kavşakta sosyalizmin ayrı bir taraf ve tez olarak toplumsallaşma olanağının objektif olarak var olduğudur. Zira, Kürt halkının mücadele değerleri en fazla sosyalizme yakışır. Şu “açılım” Kürt toplumu içinde AKP ve DTP'nin arkasından esmekte, CHP ve MHP'yi ise sıfırlamaktadır. Peki ya sosyalizm? Bu sorunun yanıtını sol verecektir ve yanıtın olumlu olması çok mümkündür.