Soldan Kürt sorununa

Geçen hafta Kürt dinamiğinin soldaki etkilerine değinmiştim bu köşede. Karşı pencereden bakıldığında görülenlere dokunmakta da yarar var.

Türkiye sosyalist hareketinin Kürt toplumuyla tarihsel ilişkisi pürüzlü başlamıştır. Pürüzü, "solun kemalist, milliyetçi ve aynı anlama gelmek Kürt karşıtı olduğu" biçiminde özetleyen fikir ise bir galat-ı meşhurdur. Bu özet sadece memleketin en üretken marksisti bile sayabileceğimiz Hikmet Kıvılcımlı'ya, “en cesur marksist” diye bir kategori tanımlanmaya kalkışılsa 1960'larda (marksistliği açısından sadece o yıllarda) ipi göğüslemesi muhtemel İsmail Beşikçi'ye değil, yıllarını hapiste geçiren başka nice sosyalist aydına, partilerinin kapatılması dahil baskı gören onca devrimciye, hatta Kürt isyanları çağına tanıklık etmiş tarihsel TKP'ye ve onun liderlerine karşı ağır haksızlık olmuştur.

Sorun daha derinliklidir. Kürt toplumunun özgürlük talepleri ile Türkiye işçi sınıfı hareketi arasında tarihsel çıkar ortaklığı 1960'ı izleyen ve solun altın çağı sayılan yirmi yıllık periyot dışında hiç somutluk kazanmamış, hep genel, soyut, doktriner kalmıştır. Bu zaman dilimi dışında Kürt ve işçi kimlikleri kardeş olduklarını hissedememiş, tersine sık sık karşıtlık teneffüs etmişlerdir.

Devrimci siyaset yan yana gelmesini dilediği farklı çıkarlar arasında bir maddi toplumsal farklılaşmayla karşılaşınca, “ne yapalım nesnellik böyleymiş” diyen bir kadercilik olamaz. Siyaset çare üretir. Devrimci siyaset devrimci çare üretir. Örnek olsun bugün biz 1917 sonrasında Çarlığın ezilen halkları ile Rusya işçi sınıfı arasında bir çıkar ortaklığı olduğu bilgisine sahipsek, burada Leninist ittifaklar politikasının birinci dereceden katkısı vardır. Bu politikanın geliştirilmemiş olması halinde ezilenlerin kendi egemenlerinin devreye daha güçlü girecekleri, çatlaklara emperyalizmin sızacağı, Rus işçi sınıfının sosyal şovenist önyargılara esir düşeceği gibi bir dizi başka veri alana doluşmaz mıydı?

Dolayısıyla bizim tarihimizde yirmi yılın ötesindeki ayrışmayı aklamak ve kader saymak aklı başında bir marksistin aklından geçmemelidir. Sosyalist hareket özellikle bu zaman diliminin sonrasında önceki değerlerinden adım adım geri çekildi. 1970'lerin başlarında Kürt sorununu Türkiye kapitalizmine bağlayan, çözümü de sosyalizmle birleştiren perspektifin itibarı izleyen yıllarda saldırıya uğramış, delik deşik edilmiştir. Burada işçi sınıfı ile Kürt toplumunun maddi çıkarları arasındaki objektif mesafe dirayetsiz solculuğun sorumluluğunu örtmemelidir. Kürt ulusalcılığının sorumluluğu ise bugünkü yazının konusu değil...

Yeri gelmişken TİP'li altın çağ tarifleri bir noktadan sonra masaldır kuşkusuz. En basitinden 1960'ların TİP'inde şekillenen Kürt-sosyalist koalisyonu zayıftır, derinliksizdir. Değeri abartılmamalıdır. Ancak bir şey doğrudur: Bu dönem Kürt aydınlanması dönemidir. Aydınlanma denen olgu, önceki süreçlere egemen olan arkaik sınıflar ve onların ideolojileriyle uyuşmaz. Ve Kürt aydınlanması içinde sosyalist öğelerin çok olduğu bir süreç olarak karşımıza çıkmıştır.

Sonrasındaki geri çekilme işte bu öğelerin terk edilmesidir. Radikal, plebyen, devrimci görünümler alsa da yoksul köylü devrimciliği giderek emekçi ve aydın karakterini ezmiştir.

Kürt toplumuna daha uygun olan sosyal karakterin köylü devrimciliği olduğunu düşünebiliriz. Zaten bunca yıllık kır merkezli bir gerilla hareketinin varlığı da, dünya coğrafyasında Batıdan Doğuya doğru gidilirken yapının bu anlamda değiştiği ilk uğrağın Anadolu'nun güneydoğusu olduğu kanıt sayılabilir... Ama sonuç değişmez. Sol çekilmiş, köylülük temelinde yükselen, güçlenen, yayılan bir ulusal hareket kaçınılmaz tıkanmalara yelken açmıştır. Çünkü sol çekilince baskın hale gelen sağ asla özgürlükçü olamamaktadır.

Dedik ya, hep solun Kürt sorununu hafife aldığı söyleniyor. Oysa solun hafiflemesi Kürt dinamiğini çıkmaza iteleyen tarihsel neden nerdeyse. Solun güçlü ve işçi sınıfı ile Kürt hareketi arasındaki ilişkinin pozitif olduğu koşullarda, sosyalist aklın Kürt sorununu daha iyi kavraması, hafife alanlar varsa, bundan vazgeçmeleri vb için büyük şansımız olurdu. Sol güç yitiriyor ve Kürt hareketi önceliği solculuğa, sosyalizme vermekten vazgeçiyorsa, karşımızda yeni ve çok büyük bir sorun var demektir.

Bu sorunu Türkiye sosyalist hareketinin veya bu kökenli akımların Kürtlere daha fazla sahip çıkmaları telafi etmez, etmedi. Buradan varılan “önce Kürt sorunu çözülsün” sloganı sosyalizmi erteleme çağrısı olmuştur.

Geri çekilmenin, kendini ertelemenin alternatifi ise Kürtlere akıl öğretmek değil. Aynı, “önce Kürt sorunu” tezinin alternatifinin “durun önce biz sosyalist devrim yapalım” olamayacağı gibi. Yanıtlanması gereken ve henüz yanıtı bulunamamış soru, işçi sınıfı ve Kürt toplumunun çıkarlarının doktrinde değil bir somut stratejide nasıl bitiştirileceğiyle ilgilidir. Yanıtın ortaya çıkmasının önkoşulu ise her iki tarafta bu soruyu soranların varolmasıdır.