Solda tasnif

Solda tasniflerin zaman zaman yenilenmesi gerekir. Siyasal pozisyonlar sürekli değişmekte olan bir siyasal ortamın içerisinde geliştirildiğine göre, konumlar da farklılaşmıştır çünkü. Sonra, pozisyonu alanların kendileri de değişmiş olabilir pekâlâ.

2015 yılının son ayı itibariyle Türkiye’de solda önemli bazı değişikliklerin isimleri konmalıdır. Hepsinin değil, önemli olanların… Dolayısıyla eksiksiz bir liste yapmayı ne amaçlıyorum, ne de bunda bir politik yarar görürüm…

Birincisi, birkaç yıl öncesinin “ulusal solculuğu” bitmiştir. Bu akım solda belirli bir meşruiyete sahip olabildiyse, bunu AKP’nin Birinci Cumhuriyete karşı yürüttüğü huruç harekâtına karşı ortaya çıkan toplumsal dirence borçluydu. Haziran Direnişinin çok sayıdaki “yüz”ünden biri de Cumhuriyetçilikte ısrardı. Hayli gecikmiş bir tepkiydi bu, ama olsun. Ulusal solculuğa geçici bir hayat öpücüğü verdi.

Nereye kadar? AKP’nin Cemaate karşı ulusalcıların tamamına uzattığı elin tutulmasına kadar. Hapisten çıkartma rüşveti mi? Büyük ölçüde öyle görünüyor, ama ideolojik tarafı da hiç yok değil. Cemaatin AKP’yi devirmeye yönelik hamlesi, devlette bir çözülmeye neden oldu. Ulusalcılık (sol versiyonu da dahil olmak üzere) devletteki dağılmadan ölesiye korkar. Yeter ki… zeval gelmesin! Bu yola girdiler. Perinçek hareketi en pervasız biçimde. Son olarak bir Ergenekon sanığının Putin’e açtığı ve Tayyip yalakalığında rekor kıran davayla…

Kendini ulusalcı ve solcu olarak niteleyenler biter mi? Tabii ki bitmez. Ama bir manaları da olmaz.

İkinci olarak, liberal solculuk çok acıklı bir durumdadır. AKP’nin liberallerle ittifakı dağıtmasıyla, aşağı yukarı 2011’de boşa düşen bu kesime hayat öpücüğünü Haziran Direnişi değil HDP verdi. “Eşme Ruhu” ve Haziran 2015 seçimleri nefes alıp vermenin ötesinde bir şahlanıştı sol liberaller için. Sonra ayaklarını bastıkları alanda solculuk namına ne varsa hızla ufalanmaya başladı. “Çözüm” veya “barış” süreci yürümüyorsa, uykuya dalmadan önce kimseye duyurmadan dua etmek yetmez. Alenen ABD’ye ricacılıkla ise solculuk olmaz! Bir de, Kürt milliyetçiliği (icabında Barzanicilik), İslamcı söylem (bazen AKP’yi arattıracak ölçüde gericilik) ve pragmatik Batıcılık (sık sık alenen Amerikancılık) üçgenine yerleşen Kürt siyaseti var ki, o üçgende solculara sokakta bile ihtiyaç duyulmuyor.

Liberal solculuk da bitmez. Bunca yıllık Birikim ekolü yetmezmiş gibi, onunla üç aşağı beş yukarı yaşıt, bir dolu devrimci-demokrat hareket de Kürt siyasetinin çizdiği zemine yerleşti. Solculuk yapılamaması halini, kendilerinden menkul veya geçmişten gelen solcu kimlikleriyle kompanse etmeye çalışıyorlar.

Bu kesime “manası olmaz” diyemiyoruz. Ancak solculuk… hiç diyemiyoruz.

Üç; memlekette her zamanki CHP solculuğu, 2011 seçimleriyle birlikte başka bir karakter kazanmıştı. Resme bakılırsa sosyalistlik CHP çatısı altında da pekâlâ yapılabiliyordu. Sosyalist milletvekilleri kâh barikattaydılar, kâh sözlerini sadece AKP’den değil kendi partilerinden de esirgemedikleri bir kavganın içinde… Bu ilginç devinim 2013 Haziran Direnişinde CHP merkezinin yangın söndürücüyü oynamasıyla bitmediyse, bu yılki iki seçimle bitmiş olmalıdır. Şu anda “sosyalistlik CHP içinde de olur” denirse, bu söze sadece gülünür.

Biter mi peki? Asla! Şu anda en az üç kanaldan “CHP sosyalizmi” yeniden harlansın diye uğraşılıyor. Örgütlü mücadeleye güveni sarsılan bir Marksist entelijansiya var ki, ısrarla solculuğu CHP’ye tavsiye yazmak diye yorumluyorlar. Sonra 2011-15 döneminde CHP’de devinen sosyalistler yine oradalar. Bir de, Marksist solda tuhaf bir “strateji” var: Bu tuhaf yaklaşıma göre AKP’ye muhalif iki akım olarak Kemalizm ve Kürt hareketi yan yana gelecek. Somut olarak CHP ile HDP arasındaki alanda bir nevi çöpçatanlık veya kolaylaştırıcılık rolünü de devrimci hareket üstlenecek. Böyle bir gelişme, yalnızca ve yalnızca, 30 Ekim öncesinde dile getirilen “büyük koalisyon” seçeneklerinden biri olarak hayat bulabilirdi. Bununsa solculukla uzak yakın bir alakası olmazdı.

Bitmez, ama solculuk da çıkmaz. CHP’de devinmek solculuğu boğar.

Başka?

Solun beslendiği toplumsal damarlardan biri de Alevi hareketiydi. Alevi dinamiği yukarıda değindiğim liberal sol/Kürt siyaseti maddesine gerilemiş durumda.

Solun zaman zaman yaslandığı, buluştuğu bir damar da sendikal hareketti. Türk-İş muhalefeti tükendikten, DİSK en projesiz, en silik dönemine girdikten ve KESK Kürt siyasetinin alelade bir aracı görünümü kazandıktan sonra… geriye ne kalmış olabilir?

Türkiye’de bunların dışında yeni sol yok. Geçenlerde bir yeni solcu, üşenmemiş, CHP’nin Sosyalist Enternasyonal’de HDP’nin önünü kesmeye dönük adımlarına karşı yazı döşenmiş!

Türkiye’de bunların dışında devrimci demokrasi yok. HDP ile CHP’yi seçimde mi sokakta mı birleştiririz, HDP’ye dahil mi olalım, uzaktan selam mı çakalım diye tartışan devrimci demokrasi mi olur?

Bu kadar boşluk varsa, “denemesi bedava” diyen mutlaka çıkacaktır. Syrizacılık, Podemosçuluk oluyor da, Rusyacılık, Çincilik niye olmasın? Madem İslami bir rejim kuruldu veya 1923 Cumhuriyeti çöktü, “gerçek Müslümancılık”, “gerçek Kuvayi Milliyecilik” ne güne duruyor?

Geçiniz… Olmaz demiyorum, şaka gibi bir şey olur diyorum.

Şimdi biri çıkar da, “böyle tasnif mi olur” diye itiraz ederse, “geriye bir tek kendinizi bıraktın” derse… ona hak veririm doğrusu.

Gerçekten de böyle olmaz. “Geriye kalan” yani komünizm, bu geniş ve derin politik boşluğu doldurduktan sonra bu tasnif de değişecektir. Kimileri girdikleri yolun mantıksal sonuçlarına ilerleyecek ve uzaklaşacaklar. Başkaları kendine çeki düzen verecek. Göreceğiz…