Solda Putinciliğin sonu

… hiç olmazsa Türkiye’de artık gelmiş olmalıdır!

Rusya Federasyonunun bir Sovyetler Birliği olmadığını söylemek bile geçtiğimiz yılın son aylarında can sıkıcı olabiliyordu. Bu kadar mütevazı bir uyarının zamanı değildi, kimilerine göre. Bu duygunun Syriza seçim kazandığında veya HDP barajı geçip meclise girdiğinde yaptığımız uyarılara verilen yanıttan yöntemsel ve psikolojik farkı yoktur. “Hiç mi sevinmeye hakkımız yok” dendiğini hatırlamalısınız.

Kuşkusuz Sovyetler Birliği ile benzeşmezliğini dillendirmekle yetinmemiz basınçtan kaynaklanmıyordu. Rusya Suriye üzerinden zaten içinde olduğu Ortadoğu denklemine sahada da giriş yaparken bu ülkede cereyan eden çatışmanın haklı ve mazlum tarafından yana ağırlık koymuştu. Diğer örneklerde klasik sosyal-demokrasiden bile hayli uzak, Batıyla içli dışlı ve liberal bir kriz çözümüne odaklanılırken, Rusya emperyalizme ve gericiliğe direnenlere kan vermiş oluyordu.

Öte yandan haklı ve mazlum olanların kendileri bile Putin’in onların kaşına gözüne değil Rusya kapitalizminin ve devletinin çıkarlarına endeksli olduğunun farkındaydılar. soL portalda geçenlerde yayınlanan bir kısa söyleşiden hatırlatayım: “Rusya Suriye’ye kendi çıkarları için müdahale etti.

Özellikle IŞİD’in Rusya’ya yayılmasını engellemek için. Suriye egemenliği için biz bütün yabancı güçlerin Suriye’den çıkmasını istiyoruz.” (http://haber.sol.org.tr/toplum/suriye-komunist-partisinden-zardasht-rash...)

Bu sözler Suriye Komünist Partisi uluslararası ilişkiler sorumlusu Zardasht Rashid’e ait. Türkiye’de ve başka bir dizi ülkedeyse sol adına Rusya’nın Suriye’ye meşru siyasi iktidarın daveti ve halkın alkışları arasında geldiği yolunda mazeret arayışları dalgalandı. Bu arayış son derece yersizdir ve politik soğukkanlılık elden bırakılmamalıdır. Bir tarafta ABD liderliğindeki emperyalist blok varken Rus müdahalesi elbette sağlam argümanlara sahip olacaktı ve en azından haklı olanlara zaman kazandırıyordu. Hatta zamandan fazlasını!

Ancak bundan fazlası yalnızca Rusya’nın kapitalist karakterini ve kendi egemenlik alanını genişletme yönündeki organik doğasını ihmal etmekle kalmıyordu. Rusya sahaya inme olanağını, zaman zaman üstündeki örtü hafifçe kayan bir uluslararası uzlaşmaya borçluydu. Bu uzlaşma Ortadoğu’yu en azından 2003’den beri proje çöplüğüne çeviren başarısız emperyalist sicilin zorunlu ürünüdür bir bakıma. Öncekileri geçelim, son olarak Arap Baharı ve ılımlı İslam Batının elinde patlamıştı. Bu maliyet azaltılmalı, mümkünse başka isteklilerle paylaşılmalıydı.

AKP de bu gereksinime oynamıştır, Putin de. Türkiye kişiliksiz çizgisiyle yanlışlanmış, iflas etmiştir. Rusya farklı ve başarılıdır. Mekanizma çok benzerdir. 

Rus müdahalesi solda bulduğu desteği bilinçli olarak da körükledi. Sovyetler Birliği’ne hiç benzemeyen Rusya Federasyonu’nun propaganda ve ajitasyon dilinde sosyalizmin tarihine sahiplenici göndermelere bol bol yer verilmiştir.

Türkiye söz konusu olduğunda Moskova’nın AKP’nin fişini çekmesi de bir diğer beklenti körüğüydü. Ruslar AKP’nin açmazlarını gayet iyi biliyorlardı, dosyalar hazırlıyorlar, basın savaşını son derece başarılı yürütüyorlar, Türkiye’ye vurdukları ekonomik darbenin kitlesel tepkilere neden olmamasına da özen gösteriyorlardı. Bütün bunlarda Sovyet devlet geleneğinin ve hassasiyetlerin oluşturduğu diplomasi mirasının da rolü vardı.

Ya Türkiye halkının kimseye havale edilemeyecek görevleri? Burjuva siyasetinde kimse kolay kolay bir diğerinin fişini çekmiyor. Önce pazarlık geliyor. Sonsuz, ilkesiz, ahlaki yanları yerlerde sürünen bir pazarlıkçılık… Şimdi bunu yaşıyoruz. Putin Erdoğan’a el uzatmakta bir sakınca görmüyorsa, burjuva siyasetinin doğası böyle olduğu içindir. Türkiye halkının ekonomik yaptırımlardan hareketle Rus düşmanı kesilmemesine özen gösteren Putin yönetiminin, aynı halkın gericilikten, savaş politikalarından, maceracılıktan, terörden boğulmasıyla ilgilenmek için tek bir nedeni yoktur.

Bu gidişat AKP’nin zorlanacağı zemini düzlemiyor. Özgür Şen, Erdoğan’ın yönünün demagojik bir Amerikan aleyhtarlığı olduğuna ta Nisan başında işaret etmişti. (http://haber.sol.org.tr/yazarlar/ozgur-sen/erdoganin-son-caresi-abd-kars...) İncirlik’i Rusya’ya vermekten söz eden bir Türk hükümetinin çıkışı yoktur. Rusya’nın ağırlık arttırmasında bir biçimde ABD onayı vardır, ama bu durum Ankara’nın Moskova yörüngesine girmesini sineye çekmek anlamına gelemez. Bunun şakası bile olmaz.

Bırakın Türkiye’nin Rusya’ya yakınlaşmasından sevindirik olmak bir ajanlık müessesesi haline gelen ulusalcılara kalsın! Kimse Rus flörtünün bedeli olarak AKP’nin iktidardan düşürülmesi olasılığına bel bağlayıp kurtarıcı aramayı ve sevinme hakkı merakını meczupluğa vardırmasın!

AKP’yi götürmek bizim işimiz, halkın işi olmaya devam ediyor. AKP’yi Rusya devirmezdi. Merak etmeyin kurtaramaz da…

***

Sevgili Mustafa’yı (Okan) ölümünü izleyen ilk yazımda anmadan geçebilir miyim!

Ressam ve öğretim üyesi, sonradan Adanalı, 1980’lerde gençlik hareketindeki Yarın çıkışının örgütleyicilerinden ve bildiğim kadarıyla tereddütsüz en nitelikli kadrosu… Mustafa son birkaç yılını kendisine yaşama ihtimali pek tanımayan tıbba direnerek geçirdi. Kalkamayacağı söylenen ameliyat masasından kalkmakla yetinmeyip, beyindeki tümöre inat derslerine döndü. Son telefonlaşmamızda yeni bir sergi hazırlığında olduğunu anlatıyordu. Sesinde her zamanki inanmışlık, heyecan, akıl…

İnternette baktım da, Kara Uykular Krallığı sergisini İstanbul’da 2009’da açmış. Öncesinde Adana’da bir parti toplantısını izlemeye gelmesi, ilk ayaküstü sohbet edişimiz acaba hangi yıldaydı? Çıkartamıyorum, ama 2009 sergisinden bana düşen hediye, bir eserinin benim yazdığım bir kitabın kapağına dönüşmesi olacaktı…

Gelişkin sanatçıların ve nitelikli Marksistlerin iyi insanlar olacağı yönünde bir kural yok. Mustafa çok iyi bir insandı…