Sola baskı

Sol pek güçlü olmadığı, tersine açıkça güçsüz olduğu zamanlarda da benzersiz bir özelliğe, kullanabilirse avantaja sahiptir. Türkiye’ye özgü değil ama Türkiye’de çok belirgin; sol bir vicdan testidir.

Öyle ki, düzenin en rezil kepaze operasyonları dahi soldan yıkanıp paklanmak ihtiyacındadır. İlk akla gelen örnek yetmez-ama-evetçilik’tir. Bunlar olmasaydı AKP tarihsel hamlesini gerçekleştiremezdi bile diyebiliriz. Yobazların kendi kendilerini demokrat ilan etmeleri yetmez. İddianın soldan onaylanması gerekir. Sol pek güçlü olmasa da, açıkça güçsüz olsa bile, bu anlamda onay merciidir. Bu avantajı kullanırsanız güçsüzlük çemberini kırarsınız. Yoksa karşı taraf solun bu ilginç özelliğini istismar eder.

İlle AKP değil istismar eden. 2015’te barış süreciyle tepe yaptığında Erdoğan sabotajına uğrayan proje, Türkiye kapitalizminin daha makul, Batıyla uyumlu, yönetilebilir, istikrarlı bir düzen arayışıydı. İddiaya göre bir Türk-Kürt Syriza rüzgarı. Barış, demokrasi, özgürleşme, mütedeyyinlerin ve laiklerin birlikte mutlu olacakları bir düzen…

O dalga hiç de sağı sıkıştırmıyordu. Daha önceki tabirle “bas geç” denirken de solun üstüne basılıp sağcı adayların hanesinden evet mührü geçirilecekti. Solculara düzenin düzeltilmesinin dışında faaliyet alanı bırakılmayacaktı. Bu düzeltme işleminin üstüne solla bitişik bir dizi tabela asılmıştı. Barış, demokrasi, özgürlük, hoşgörü… bunların sağın elinde demagoji olduğunu, sol tarafından onaylandığında samimiyet kazanacağını herkes bilir. Tam olarak bilgi değilse de, içi doldurulmamış bir kanaattir.

Biz barış ama hangi barış, demokrasi ama hangi sınıf için, özgürlük ama kimin özgürlüğü, hoşgörü ama kimin kime… diye sorarız. Burada “biz” Marksistlerdir. Halkın adı konmamış, içi doldurulmamış kanaat veya zannı bunları sola mal eder. Sorularımız hiç de güçsüz değildir.

Halk inancını istismar etmek için, bir ölçüde de hakkını vermek gerekir. 2015’te bu da vardı. Özgürlük halaylarla geliyordu!

2017 yazında solculuğu boşa düşürmeye yönelik baskı yine gündemde. Ancak bir farkla. Şimdi halkın değerlerini istismar etmek için, örneğin "adalet" sözcüğünün sol bir tını vermesi için herhangi bir şey yapılmıyor. Yürüyüş destekçisi Saadet Partisi Sivas Katliamı'nın provokatörlerince temsil ediliyormuş, ama ne gam. Merkez medya MHP’den çıkan yeni partiyi “merkez sağ” olarak ilan etti bile. Eskiden Madımak’a gidilecekse Alevi aydınlanmasına çiçek atılırdı, feodalizme ve dinciliğe değil…

Marksistler yine doğal reflekslerini verebilirler ve kavramın sınıfsal içerik ve uzanımlarına işaret edebilirler. Düzenin Batıyla daha uyumlu, yönetilebilir, istikrarlı olması yönündeki projeleri, solun alanını doldurmaya yönelik manevra içermiyor. Anlaşılan CHP merkezli projede solun cepte olduğu varsayılıyor ve ayrıca özel olarak onore edilmesi düşünülmüyor. Yeri gelmişken, CHP’nin solculuğu içererek kendini biçimlendirdiği son pratik 2011’de yaşanmıştı. O yılki seçimlerde ve sonrasında bir süreliğine, CHP kendisini sosyalizmin de baba ocağı olarak sunmayı becermiştir.

Solun cepte olduğu varsayımı ve sola çiçek atma gereğinin ortadan kalktığı yaklaşımı haksız görünmüyor. Sola dönük özel çaba sergilenmeden, bu anlamda ayrı bir solculuğu boşa düşürecek bir baskı kurulmadan zaten sol kendine ayrılan cebe yerleşiyor mu? Yoksa Türkiye’de sol diye bir şeyin artık büsbütün önemsizleştiği kabulünden mi hareket ediliyor? Düzen solculuk namına tek satır telaffuz etmezken önemli tek bir istisnayla, yani TKP hariç, herkesin hizaya girmesi bu kabulü doğrular mı? Başta hatırlattığım mekanizma, düzenin vicdan testine girme gereği ortadan kalkmış olabilir mi? Belki bir zamanlar “komünizm öldü ya” dendiği gibi şimdi de solun buharlaştığı varsayılıyordur. Belki de “Erdoğancılar ve Erdoğan karşıtları” saflaşmasının sola zaten yeteceğinden hareket ediliyordur…

Yanılıyorlar. Türkiye’de solculuk “Erdoğan karşıtı en geniş cephe”de eritilemeyecektir. Bunun en az üç nedeni olduğuna işaret edip bitireceğim.

Birincisi ve en temeldeki sınıfsal özdür. Türkiye işçi sınıfı Erdoğan karşıtlığına uyum sağlamak üzere bütün haklarını ve ruhunu teslim etmek durumunda değil. Sendikalar minimize edilmiş; kalan sendikaların yüzde doksanı AKP’ye bağlanmış; sınıfın bir dizi kesimi yoksulluk maaşına ve üretmeme primine mahkûm edilerek etkisizleştirilmiş… ama bütün bunlar yetmemektedir.

İkincisi, solcu aydınlanmacılığın, solcu yurtseverliğin sarayın karşı-bahçesinde kaynayıp erimesi için de bir neden yoktur. İlericilik ve bağımsızlıkçılık toplumsal değerler sayılmaya devam ediyor.

Üçüncü olarak da, solda bu zokanın yutturulamadığı kesimler ve bir Parti varlığını korumaktadır.

Sonuçta ne olur? Gereksizleştiği düşünülen sol, ilerici değerleri kıskançlıkla sahiplenerek, işçi sınıfının direncine yaslanarak ve örgütlü bir özne olarak bütün baskılara direnir ve kendi yolunu açar. Solu çantada keklik sayan burjuva programı kendi kendisini donanımsız bırakmaktadır çünkü.