Sol muhalefet

Türkiye'de egemen güçler ülkeye önemli bir dönüşüm dayatmak istediklerinde, bunun zaten işin sahibi olan sağ tarafından desteklenmesi, savunulmasıyla yetinmezler. İlle de solun onayını, rızasını alma ihtiyacı duyulur. AKP gericiliği bu eğilimin istisnası değil, belli başlı, en gelişkin, en ısrarlı örneği oldu. Neo-liberal ve dinci değişimlerin bir biçimde sol tarafından aklanmasına ihtiyaçları vardı.

Halk algısında bunun gerekçesi çok sadedir. Sağ, tanımı gereği çıkarcıdır sağ siyasetçi istisnasız biçimde gerçekliği eğip büken, çirkin pragmatizmin temsilcisidir. Sol ise bunlardan bağışık siciliyle, mazlumluğu, daha önemlisi vicdanı temsil eder. Güçsüz olsa bile, solun işaret ettiği yerde bir keramet vardır... AKP bu nedenle kendi solunu yaratmak istedi.

Olmadı.

Bugün Türkiye solu kitlesel biçimde AKP politikalarının karşısında konumlanmıştır. Sol güçlenmiş değildir ama iktidarın dönüşüm modelinde çok önemli bir öge eksilmiştir. Üç yıl önce Uras takımının ÖDP'nin dışına düşmesi ve yeni bir parti kurup kuramadığının bir türlü anlaşılamaması (!) bu çerçevede okunmalıdır. 12 Eylül referandumunda bundan bir buçuk yıl önce bir tarafta solun en önemli dört hareketinden oluşan Hayır bloğu ile diğer tarafta, istendiği kadar ekran ekran gezdirilsin cürmü kadar yer yakan bir grubun saflaşması tabloyu netleştirmiştir. Sonrasında ise evet-yetmez ama evet cephesinin üyeleri sürekli AKP politikalarına rezerv koymak zorunda kalmış, aklayıcı rolünü yerine getirememiştir. Bugüne geldiğimizde eğitim yasasına halkçılık atfetmek, Suriye'ye savaş açılmasını istemek, Kürtlere yönelik baskılara terörden mazeret bulmak gibi yaklaşımlar solculuk değil, sol adına dile getirildiğinde olsa olsa meczupluk olarak ortaya çıkmaktadır.

Sağ sağcılığını, sol solculuğunu yapmaktadır. Bu model erki alabildiğine merkezileştiren AKP'nin bile işine gelmez. Tersine AKP totalitarizminin aklanmaya daha fazla ihtiyacı var ve sağın bu iş için yeterli olmayacağı çok açık.

Bugüne kadar yapılan kimi tartışmaların “sol içi” olduğu, solun bölünmüşlüğünü temsil ettiği türünden değerlendirmeler bu nedenle yanlıştır. AKP yandaşlığı-karşıtlığı ayrışması bu anlamda yersiz bir tartışmayı yansıtmamıştır. Sol içi kaynakları ve renkleri olan bu saflaşma solun düzene karşı mücadelesinin önemli bir basamağını oluşturdu.

Şimdi bu iş bitmiş görünüyor. Üstelik yalnızca sol siyasetin öznel güç mücadeleleri bitirmedi tartışmayı. Ortada bir nesnellik var. Alevilik maddi olarak, asimile edilmediği sürece taşıyacağı karakteri gereği dinselleşmenin karşısında, seküler bir toplumsal kaynaktır. Kürtlük benzer biçimde boyun eğdirilmemeyi kimlik kartına yazmış görünmektedir asimilasyon yoluna sokulmadığı sürece... İşçi sınıfı kimliğinin neoliberal popülizme kendini satma olasılığı çok ama çok zayıftır. İşçi sınıfına elveda denmesinin ise otuz yıllık bir palavra olduğu açıktır.

Sol, hal böyle olduğu için kesinkes muhalefete yerleşmiştir ve ne Tayyip Erdoğan'ın ne Murat Belge'nin bu durumu geri döndürme gücü yoktur.

AKP davaları solculuğun gericiliğe devşirildiği bir tabloda geri kalanın kolay yoldan tasfiyesi ve sıkıştırılması olarak kurgulanmıştı. Bütün olarak bakıldığında muhalefette konumlanan, iktidarın yanında kalanların meczuplaştığı bir sol harita bugüne kadarki davalara da sığmayacaktır.

Ancak muhalefete geçen solun ve solun dayandığı toplumsal kaynakların kişilik testinden başarıyla çıkmaları, direnç katsayısının yüksek olduğu anlamına gelmemektedir. Son haftalardaki devinim, çeşitli başlıklarda gerçekleştirilen protestolar, sözünü ettiğim kazanımın tescillenmesine karşın, buna eylem kapasitesinde bir sıçramanın eşlik etmediğine de tanıklık ediyor. Siyaset -hele sol siyaset- ancak bu açıdan takviye edildiğinde, daha büyük kalabalıklara yön verme yeteneğini geliştirdiğinde işini yapmış olur.