Sol liberalizmin kuşkulu baharı

Yunanistan seçimlerini soL yeterince tartıştı. Syriza'nın ne kadar sol olduğu daha da tartışılabilir; ama beraberinde bir soruyla: Bir sol dalga mı geliyor?

Kitlelerdeki arayışın sadece Yunanistan'a özgü olmadığını, yolunu bulmaya çalışanların yüzlerini sola döndüğünü kimse reddetmiyor. Ama dalga biraz bulanık...

İçinde havuç var: Atina'da kaloriferlerin yanması, ücret kesintilerinin durdurulması artık -yani Yunanistan ekonomisinin çöküşünden bu yana- bayağı tatlı bir havuçtur ve kısmen kolaydır. Sopa: Arkasındaki tez belli. Almanlara göre, zaten yeterince para gömdükleri bu geri ülkeyi kurtarma maliyeti, battığında kaybedeceklerinden fazlaymış. Ekonomik anlamda haklı bile olabilirler. Politik olaraksa saçma. Yunanistan'ı bırakan AB “bu işleri” de bırakır!

Demek ki her şey ekonomi değilmiş ve sopa ile havuç birbirlerinin alternatifi değil aynı mönünün parçalarıymış.

Sola mı gidiyoruz? Sopa ile havucun birlikteliği kaydıyla, belki...

Melih Yeşilbağ geçtiğimiz hafta sonu neo-liberalizmi zombi olarak nitelediği yazısında 2008 krizinden sonra yükselen beklentiyi hatırlattı. O ara Keynesçiliğin geri döneceğinden, sosyal devlet uygulamalarından söz edenler vardı. Olmadı. Kapital'in çok satanlar listesinde yükselmesini saymayacaksak, yeni bir New Deal, Keynezyenimsi yapılanma... hiçbiri yok. Yunan seçimlerinden sonra aynı beklenti yükselecek. Yine olmayacak. Eskiden tek ülkede sosyalizmi tartışırdık... Şimdi “tek ülkede alternatif”in olmayacağını bilmeliyiz. Hele Yunanistan, asla o tek ülke olamaz.

20. yüzyılda kapitalizmin, emekçilerin refah düzeyini yükseltecek yönde esnemesinin nedeni kriz değil sınıf mücadelesiydi. Karşıda Sovyetler, içerde işçi sınıfının sendikal ve siyasal örgütlülüğü bir karşı ağırlık oluşturuyordu. 2008 krizinden sonra böyle bir ağırlık söz konusu olmadığı için neo-liberalizm bütün itibarsızlığına karşın iktidarı bırakmadı.

Syriza böyle bir ağırlık değil. Hatta tam tersi sanki... Kimse kusura bakmasın, AB uzmanları, Avrupa'nın emperyalist diplomatları her sabah başka tarafa mesaj çeken oportünistleri parmaklarında oynatırlar.

Ama yeri gelmişken; eğer bunca sorunun bir seçimle çözüleceğini hayal edecek kadar saf değilsek, seçim sonuçlarının en önemli yanlarından birinin, bu yeni merkezin hemen soluna KKE'nin, komünist partinin oturması olduğunu söylemeliyiz. Yeni Demokrasi krizden sonra hükümeti sırtlanmak zorunda kalan, yani feda edilen partidir. Faşistler de şimdilik merkeze konamayacağına göre, sola bakacağız. Yani orak çekiçe...

Syriza bu sola kayışta istisna değil. Özellikle Charlie Hebdo'dan sonra solumtrak bir restorasyon kaçınılmaz oldu. Onlar Yunan versiyonu. Bunun İspanya'dan Podemos'u var, Türkiye'den... Pardon, Türkiye ihalesinin HDP'de mi CHP'de mi kalacağı daha belli değil.

Bahsi geçen akımın neo-liberalizmden kopuş anlamına gelmeyeceğini söylemiş oldum yukarıda. Peki ya tersi? Bunlar neo-liberalizmin istikrarlı taşıyıcısına dönüşürler mi?

Zor... düzenle uzlaşma dereceleri bir yana, krizin halk üstündeki baskısı o denli şiddetli ki, zorluk nesnellikte. Herkes Syriza kadar şanslı da olmaz hani. Çoğunluğu kıl payı kaçırınca günahları başkasına fatura etme olanağı çıkmış oldu piyangodan.

Bu kısıtlar altında, evet, bir sola kayış gündemdedir.

Kobanê sevinci de, aslında bu kategoriye giriyor. Aylar önce Kobanê sıkışması bizde Amerikancılığı, Batıda da Kürtperverliği serbest bırakınca, “Kobanê kaybedildi” diye yazmıştım. O sıra bana çok kızanlar, birkaç gün önce IŞİD gerilla tarafından geri püskürtülünce yazdıklarımı hatırlattılar. Ama kendileri unutmuş, ne kast ettiğimi. Belki de hiç anlamamışlardı...

İsterlerse Amerikan basınını tarayabilirler. Orada Kobanê vesilesiyle “ABD sahaya indi' diyen özetlere rastlayacaklar. Nasıl mı inmiş? Kendileri söylüyor; PYD'ye silah vererek...

IŞİD'in geriletilmesini, bölgenin bütünsel bağlamını bir kenara bırakarak kutlayanlar, bu “sola kayışı” bir imkan olarak görmek yerine “bu kadarı yeter” demiş oluyorlar. Sevinmek istiyorlarmış. Hakları tabii de, ortalamacılığa teslim olmak mıdır mutluluk? 

Hele tarihlerden “28 Kanunisani” olmuşken... Ortalamacı bir Mustafa Suphi hiç o riski alır mıydı?

Hele yarın on binler greve çıkacakken... Kolay mutluluk arasaydı, metal işçisi de bilirdi MESS'i sineye çekmeyi!

Söyleyin, yakışıyor mu bizim topraklarımızın solcusuna?