Sınıf, siyaset, demokrasi, ve…

Geçen hafta portal yazılarına ara verdiğim için bir özür borçluyum okurlara. Hele “ara” soL portalın onuncu yılını kutladığı günlerde verilmişse… Ama bu vesileyle Fransa’dan bize en fazla Erdoğan’ın Fransız polisine gönderdiği uyarıyla yansıyan konuya değinebilirim. Tahmin edeceğiniz gibi yolum oradan geçti bir vesileyle.

Fransa’da grev günleri… Çalışma Yasası demiryolcuların tren yolcularına ulaştırdığı bir bildiride özetlendiği haliyle, çalışma süresini haftada 60 saate, günde 10 saate, 7 gün üstünden bakılırsa günde 8 buçuk saate, süresiz ve işletme bazlı sözleşmeleri kabule, fazla mesai ödemesinin yüzde 25’ten 10’a geriletilmesine… razı etmek istiyor.

Tanıdık neo-liberalizm, Fransa işçi sınıfına bir kere daha saldırıyor anlayacağınız.

Erdoğan’ın şaka konusu bile olamayacak kınama mesajının tek anlamı, emek düşmanlığının evrensel karakterinin sermayenin şiddet bekçilerini de birbirine benzettiği olabilir. Laik ve demokratik bir devletin polisi icabında şeriatçı ve baskıcı iktidarları aratır! Polis refleksini özdeş hale getiren sınıfsal ortak paydadır, işin özeti.

Kavramların içi benzer biçimde doluyor. Ülkesine göre somut durum farklılaşıyor, ama kavramsal çatı aynı kalıyor.

27 Mayıs Cuma günü Fransa’nın Paris’i içeren ve okuru en çok olan bölgesinde sadece bir ulusal gazete yayınlandı; diğer bölgeler dikkate alındığında sadece üç bölgesel günlük eklenecekti buna. “Şanslı” gazete Fransız Komünist Partisi’nin yayın organı Humanité idi. Kurucusu Birinci Dünya Savaşı bütün şiddetiyle patlamadan hemen önce katledilen Jean Jaurès olan gazeteden söz ediyoruz. Yeri gelmişken; bütün dünyada okullarda 1914 savaşının eşiğinde Avusturya-Macaristan veliahtının uğradığı suikast anlatılır da, sosyalist ve barış mücadelecisi Jaurès sessizlikle geçilir…

Yayın “aksaması” doğrudan grevden kaynaklanmadı. Çalışma Yasası’na karşı mücadele çeşitli eylem biçimleriyle sürüyor. Önceki aylarda iki kez bu işkolunda da genel grev uygulanmış ve yazılı medya susmuş. Çalışma Yasası veya bir propaganda afişindeki espriye bakarsanız “Kaz işbaşında”yı protesto etmek için işçi sınıfı ve sendikalar “üretimden gelen güçlerini” kullanmışlar işte. (Bu sefer “yeri gelmişken” demeyeyim de, hakikaten parantez açayım. “Loi Travaille” Çalışma Yasası, “L’Oie Travaille” -benim çevirimle- Kaz İşbaşında anlamına geliyor. Her iki ifade aynı şekilde okunuyor. Fransa’da grev cephesinin afişlerinden biri bu benzetmeden hareketle çizilmiş. Kazımız Nazizmin adımlarını atıyor afişte…)

Türkiyeli patronlar Fransız sınıf kardeşlerine, lanetledikleri ve unutturdukları 27 Mayıs tarihini hatırlatmışlar mıdır bilmem; ama Fransız 27 Mayıs’ı, bizde yine unutulmaya yüz tutan “üretimden gelen güç” kavramının ötesine geçti. Medya patronları ve gazetecileri köpürdüler: “Utanç verici”, “Şantaj”, “basın özgürlüğüne darbe.”

Seçmeli grevin nedeni, FKP’ye yakın ve “İşbaşındaki kaz”a karşı mücadelenin başını çeken işçi konfederasyonu CGT’nin Genel Sekreteri’nin bir açıklamasının yayınlanmamasıydı. Kamuoyu araştırmalarına göre nüfusun üçte ikisinin haksız bir girişim olarak gördüğü (ve üstelik sosyalist hükümet tarafından dayatılan ve üstüne üstlük göçmen kökenli bir Çalışma Bakanının imzasını taşıyan) yasa tasarısının geri çekilmesini arzuluyor. CGT’ye göre nüfusun çoğunluğunun istemlerine uygun bir açıklamanın bütün gazetelerde yayınlanmasını istemek de bir haktı.

Öyle midir gerçekten? Bu bir hak mıdır? İşçilerin açıklamasını yayınlamayı reddeden bir gazeteyi -daha doğrusu yüzlerce gazeteyi- basmamak da işçilerin hakkı mıdır?

Bu sorunun ölçütü demokrasiden ve özgürlükten ne anladığınıza göre farklı verilir. Demokratik kazanımlar işçilerin mücadelesinin bir yan ürünüyse, özgürlük soyut ve genel geçer değil de, hangi sınıfa hizmet ettiğine göre yargılanacaksa, yanıt olumlu olacaktır. İşbaşındaki kazın adımlarını durdurmaktır özgürlük.

“Basın özgürlüğünün marjinal sendikacılar tarafından rehin alınması” velvelesiyse “beyin yıkama”dır, bir diğer komünist hareket olan “Fransa’da Komünist Yenidendoğuş Odağı”na göre. (http://www.initiative-communiste.fr/articles/bourrage-de-crane-stop-a-vi...)

Ne güzel ve acayip basın özgürlüğüdür ki bu, işçi sınıfına yönelik alçakça bir saldırıya mazeret uydurmak için aylardır canla başla uğraşılır, ama sınıfın sözünün bir günlüğüne duyurulması talebi şantaj sayılır!

Olayın diğer yüzünü, Türkiye’den bakarken biraz kıskanmak durumundayız. Bu nasıl bir güçtür ki, grev kırıcısı basının fişini çekecek bir örgütlülüğe sahiptir!

Fransa’da içinden geçilen günler, bizim 1 Mayıs’ta ihtiyaç duyduğumuz hatırlamanın canlı örneğine sahne oluyor. İşçi sınıfı var! İşçi sınıfı patronlardan ve en azından onların gazetelerinden daha güçlü! Patronlar adına öne fırlayan hükümet “sosyalist” sıfatını taşıyor olsa bile o fişler çekilebiliyor!

Ancak kıskanma halimizi abartmanın da gereği bulunmuyor. Zira daha iyisini yapmamız şart ve gerekli. Çünkü Fransa’da sermaye iktidarının basın özgürlüğü demagojisinin tutmadığını söylemek pek mümkün görünmüyor. İşçilerin sınıf olma özgüvenlerinin birilerinin fişini çekmeye yettiği açık, ama aynı tablonun ideolojik ve siyasi planda hissedildiğini söyleyemiyoruz. Çalışma Yasasını yanlış bulan genel kamuoyu işçi sınıfının da “işi abartmaması gerektiğini” düşünüyor eşzamanlı olarak. FKP tarihinin ideolojik olarak sınıftan en uzak düştüğü, kitle desteği açısından görülmemiş bir çöküntüyü tattığı, sınıf düşmanının iktidarına genel seçimlerde omuz vermiş olmanın günahını paylaştığı bir dönemden geçiyor. İşçinin sendikal gücü ile siyasi gücü arasındaki mesafe şaşırtıcı biçimde uçuruma benziyor. Yasaya karşı çıkan toplum aslında hükümete emek düşmanı olduğu için değil, huzurunun kaçmasına neden olduğu, benzin istasyonlarında kuyruklar uzadığı için kızıyor…

Belli ki sınıf bu kez de saldırıyı durduracak. Muhtemelen iki hafta sonrası için ilan edilen eylem gününde hayat duracak. Ama bütün bunlar işçi sınıfının nihai kurtuluşunu güncel hale getirmeyecek. Orada sınıfın partisinin bıraktığı siyasal boşluk üstünden atlanması imkânsız bir kaya olarak yolu tıkamaya devam edecek.

Nasıl diye merak ederseniz, üçüncü yıldönümünü “kutladığımız” Haziran Direnişini hatırlayın. Sınıf partisini, partinin öncülüğünü ikame edecek bir kitle hareketi yaratılmadı, yaratılamayacak. Orada ve bizde ve başka yerlerde, daha iyisini yapacağız.