Sınıf çıpası

Türkiye’de farklı dünya görüşleri, ideolojiler, siyasi yaklaşımlar, programlar hep tartışılıyor. Tartışma fakiri bir ülke olduğumuz söylenebilir mi? Zannetmiyorum… Tamam; bazı Türk işi argümanlar olabiliyor ki, felsefi damarları daha köklü, entelektüel ilgi ortalaması daha yüksek, gazete okurluğu daha yaygın toplumlarda sahibine güler geçilir muhtemelen.

Fethullahçıların AKP döneminde palazlanmadıkları, hatta AKP’de Fethullahçı falan bulunmadığı şeklindeki beyanlar böyledir. Lakin Türkiye ile dünya arasında bu açıdan uçurum değil nicel fark vardır. Belki bir de zaman farkı. Özelleştirmelerin faydaları üstüne uydurulmuş efsaneler Batı patentlidir örneğin. Özal veya Demirel veya Erdoğan, Thatcher’ın veya Friedman’ın talebeleridir. Ve zaten eğitim ve kültür alanlarındaki nicel verileri itibariyle dünyanın en ileri toplumlarından biri olan İsrail, bunların ırkçılığın, zorbalığın panzehiri olmadıklarının kanıtı değil midir? Yani kabalaştırırsak “eğitim şart” sözü tartışma kalitesini garanti etmemektedir.

Bana sorarsanız, dünya nasılsa, Türkiye ondan biraz daha kötüdür. Sarkozy veya Hollande, Merkel, Bush veya Clinton bizimkilerle yarışır. Bizim memleketin berbatlığını abartıp AKP faşizmini bir cehennem ülkesi olarak resmetmemiz, başka sakıncaları bir yana, temellendirilemez, kanıtlanamaz.

Ancak bir boyut var ki, Türkiye galiba dünya rekorunu, en azından kendi sanayileşmişlik, okullaşmışlık kategorisinde muhtemelen çoktandır kırmış bulunuyor.

Muhalefeti, bir akşamüstü “hedef tahtasına cumhurbaşkanı yerleştirilmeli, Sarayla asla uzlaşmamalı” diyen, saatler geceden sabaha dönerken “demokrasi için cumhurbaşkanına sahip çıkan” bir ülke daha var mıdır? Darbeye maruz kaldı diye faşistlikten demokratlığa terfi edildiği nerede görülmüş? Rüzgâr esmekte ve özgür düşünceli olarak lanse edilen birtakım yorumcular, dünkü düşmanların yanına dönüvermektedirler.

Eski bir asker, inançlı olduğu için çok çektiğini söyleyebilir. Bayağı geniş bir kamuoyu, “yahu bu nasıl bir eziyettir ki, seni genelkurmay başkanı yaptılar” diye düşünemeyip vah vah diye içinden geçirebilir… Buna takılmıyorum, bu kadarı, farklı dozlarda her yerde olur. Diyelim, bizde genelde olduğundan kayda değer ölçüde daha fazla oluyor… Benim taktığım, dediğim gibi, özgür düşündüğü rivayet edilen birilerinin önceki gün TSK ile birlikte Eşme ruhu çağırıp, sonraki hafta faşist devlet terörünü lanetlemeleridir.

Daha fazla uzatmayayım; aynı muhalif kişi, aynı politik aktörlerde akşamdan sabaha zulme uğrayan bir mütedeyyin veya zalim bir yobaz görebilmektedir. Barışı getirecek olan, kısa süre içinde en acımasız savaşın sorumlusu olmuştur…

Böyle bir ülkede solun “düşüncenin kriterleri”yle değerlendirilip notunu alması ne demektir peki? Hmm, çok tutarlı. Bak bak, öngörüleri doğru çıktı. Geçen sefer biraz sapma olmuştu. Peki, ama şu tez ile bu veri uyuşuyor mu?

Tutarlılık önemsiz, doğrulanmak manasız, uyum iyi bir şey değil, demeyeceğim elbette. Ama biz marksistiz zaten. Sol, hurafelere değil bilime yaslanır. Cehalet değil bilgidir nefes alıp verdiğimiz atmosfere damga vuran. Tabii ki öyle olacağız. Bunlar cebimizde duracak. Dün dündür bugün bugündür lafı sağın olsun. Uysa da uymasa da diyen cahillikten besleniyordur… İşimiz olmaz. Biz teoriyle, bilimle, tarihle barışığız.

Ama akşamdan sabaha yüzün tam ters yöne çevrilebildiği bir ülkede tutarlılık, doğruluk sınavlarından tam puan alınca da hayat değişmez. Bütün tekneler demir tarayacak, güvertelerde birileri bu durumun sefasını sürecek; bizse bilmem kaçıncı defa takdir toplayacağız.

Siz de şişmediniz mi?

Herkesin dün dündür’ün özgürlüğünü kullandığı bir ortamda sol da biraz oportünist olmasın, elbette. Ama tek başına tutarlılığın, temizliğin karın doyurmadığı meydandadır. Teorinin ve tarih bilincinin çıpası takviye edilmelidir.

Bunların yanına bir de sınıf çıpası eklenmelidir. Solu değerlendirmeye kalkan, bir de, bu sol kimi temsil ediyor, kimler adına konuşuyor sorusundan kaçmamalıdır. O doğruları söyleyen, o tutarlılığın sahibi herhangi bir fikir akımı değil, sınıfın sözcüsü, öncüsüdür. Solun bu özelliğinin görünür kılınmadığı bir Türkiye, şu veya bu düşünsel veya eğitsel eksikliği yüzünden değil, tam da bu yüzden iflah olmaz biçimde çürüyecektir; çürümektedir.

Bu ne saçmalık dediğimiz çok şeyin ilacı işçi sınıfının devreye girmesindedir. O devre sınıfın partisinden başkası değil.