Sığmaz demiştik

3 Haziran tarihli soL gazetesinde yayınlanmıştır

İnsanların Taksim’e koşmak için hareketlendikleri saatlerde, Cuma sabahı ben havaalanına gidiyordum. Bu satırları da Dünya Barış Konseyi’nin bir toplantısında Barış Derneği’ni temsil etmek üzere bulunduğum Lizbon’da yazıyorum.

Tabii ki katıldığım toplantıdan fazla hayır gelmezdi, aklımı memlekette bırakmışken!

Yine de ikisi birbirleriyle bağlantılı ve dünyanın dört bir yanından devrimcilerin yüreklerini Türkiye’ye emanet etmelerine tanık oldum.
Haziran’dan sonra değişmesi kaçınılmaz şeyler, Avrupa’nın öteki ucundan da seçilebiliyor.

Türkiye’de insanların harekete geçmeyecekleri, bir uyuşukluk halinin kanımıza işlediği yolunda rivayetler vardır. Zaten halkımız “biz adam olmayız”ı bir nevi atasözü haline getirmişken, bu rivayetlerin belli bir temeli olduğunu reddedemeyiz.

Ama abartılmamalıydı. Hem, aynı halk Kürtlerin meşru hak mücadelelerinden Alevilere, her şeyi göze alan direnişçi işçilerden kampüslerinden gericiliği kovmak için öne atılan öğrencilere kadar çok mücadeleci evlat yetiştirdi.

Ancak bunların her birinin bir diğerinden kopuk kalması bir kaderdi adeta.

Yalnızca işçi sınıfının nesnel önemi bu kopukluğu sorun olmaktan çıkartmıştır. Diğerleri, kaç yüz bin kişiyi harekete geçirdiğinden bağımsız olarak “parçalı” hareketler olmuştur.

2013 Haziranı tarihimizin nadir “toplu” kalkışmalarından biri ve tartışmasız en geniş ölçeklisidir.

İnsanların kendilerini koskoca bir zincirin parçası hissettikleri bir mücadele, hem gündemi hem geleceği biçimlendirecektir. Bundan kimse kaçamaz.

Hükümetin istifası politik olarak yerinde ve zaten geniş kitlelerin doğal talebi haline gelmiş bulunuyor. Bu talep hayata geçirilsin geçirilmesin, Türkiye’de akil insanlar şaklabanlığı bitmiştir örneğin...

Böyle bir AKP’nin Anayasa yapma meşruiyeti de kalmamıştır.

Artık Türkiye’de “Toplumsal Barış” lafını adında taşıyan bir inisiyatifin içine solcular giremez...

AKP’nin Anayasa yapma meşruiyetinin olmadığını başından beri söyleyenler oldu. Mesele oy sayısı olsaydı, kimse Hitler’i insanlık tarihinin en aşağılık örneklerinden biri olarak damgalayamazdı. Faşizm, yüzde kaç tarafından desteklendiğinden bağımsız olarak gayrımeşrudur.
AKP de öyledir.

Ancak bu yalın gerçeğe ayaklarını basmak yerine, karşılarındaki güçle pazarlık etmek, kendi meşruiyetlerini AKP gericiliğinin oy büyüklüğüne teyit ettirmekten vazgeçemeyenler hep oldu. CHP Anayasa konusunda bunu yapmıştır. BDP toplumsal meşruiyeti yanlış yerde aramıştır.
Şimdi bunların düzeltilmesi pekala mümkündür. Kimse halkımızın ataletini, uyuşukluğunu gerekçe gösterme imkanına sahip değildir artık.
“Türkiye AKP’nin Anayasasına Sığmaz” diyenler haklı çıktı.

Anayasa sözcüğünü çıkartın, yerine AKP’nin Barışı, AKP’nin Ortadoğusu, AKP’nin Parkı, AKP’nin Biber Gazı, AKP’nin... diye yazın. Hepsi doğrulandı.

Gezi Parkı’na giren iş makinalarının yalnızca bir son damla olduğu açıktır. Hayatında İstanbul’a gelmemiş bir Vanlı da, Taksim’de otobüslerin arkasında bir park olduğunu hiç farketmemiş olan Alibeyköylü de kavganın kalbine koşuyorlarsa, konu her şeyi kapsıyor demektir.
Bu AKP’nin bir daha dikiş tutması mümkün değildir.

Haziran 2013, aydının da halkın da unutmaya ve umut kesmeye başladığı “kitle hareketi” faktörünün Türkiye’de de geçerli olduğunu reddedilmez biçimde kanıtladı. Bu boşluk doldu.

Şimdi bu kanıtı arkamıza almalı ve diğer boşluğu doldurmalıyız.

“Örgütlü bir halkı hiçbir kuvvet yenemez” aynı zamanda “örgütsüz bir halk yenilmeye mahkumdur” demektir. Halkın şimdi örgüte, öncülüğe ihtiyacı var.